20.yy.da sanat akımlarında fotoğrafın kullanımı ve avangard kavramı ile ilişkisi


Tezin Türü: Yüksek Lisans

Tezin Yürütüldüğü Kurum: Marmara Üniversitesi, Türkiye

Tezin Onay Tarihi: 2007

Tezin Dili: Türkçe

Öğrenci: Sinem Dişli

Özet:

Fotoğraf, yeni bir buluş olarak önceleri salt teknik ve araçsal işlevi olan bir etkinlik gibi düşünülmüş, zamanla araçsal işlevinin yanı sıra estetik yönü, toplumu ve sanatı değiştirme, yönlendirme özelliğiyle, 20 yy. başlarında bir sanat dalı olarak da kendini göstermeye başlamıştır. Aynı zamanda fotoğraf, ortaya çıkışından bu yana 20. yy sanatının gelişim sürecini derinden etkilemiştir. Yerleşik düzenden ve geleneksellikten kopma, sanatın din ve devlet egemenliğinden çıkması, toplumsal ve ekonomik yapının giderek demokratikleşmesiyle, sanat üretiminin bu iktidar güçlere karşı yürüttüğü mücadeleler, değişen yaşama paralel olarak sanatı, farklı bir dinamikte işler duruma getirmiştir. Bu gelişimler yeniliğin ve özgünlüğün bir değer olarak belirlenmesine kaynak olmuştur ve yeni sanat dillerinin, yeni eleştirileri alanlarının oluşumunu dolayısıyla avangard sanatı zorunlu kılmıştır. Özellikle fotoğrafın ortaya çıkışıyla sanatın taklit etme görevinden kurtulmuş olması sanatta yenilenme ve avangard bir tavrın söz konusu olmasının yolunu açmıştı. Fotoğraf, toplumsal bellek ve imge kavramının değişimi, göz ve görmenin çözümlenmesi, öznenin ölçülebilirliği, kitle kültürünün ortaya çıkması, çoğaltma sistemlerinin gelişimi, kurumsallaşma, örneğin müze kavramının değişimi gibi oluşumlara araç olduğu gibi daha sonraları aynı sistemlere karşı oluşan avangard sanatsal süreçlerin gelişimine kaynaklık etmesiyle, icat edildiğinden bu yana tarih içinde etkin rolünü oynamıştır. Bu noktada sanatta alışılagelmiş anlatım biçimlerini dışlayan zamanın ötesine uzanan ilerici bir sanatsal tavır olan avangardın siyasal, toplumsal ve kültürel anlamda yenilik anlayışı ile fotoğrafın herkesin paylaştığı bir dil olması, sanata getirdiği yenilikler, sanatsal ve toplumsal öncülerin bir arada olduğu avangard sanatın, hayata yayılma çabası ile birleşir. Sonuç olarak diyebilirizki, fotoğraf, içinde yaşadığımız dünyadan nesnel gerçeklikten, var olan görüntüleri alımlar ve kültürün tüm katmanları için kolay ulaşılabilir olma özelliği ile kitle kültürünün iletişimini sağlar ve tüm bu farklı katmanları birbirine bağlar. Buna en iyi kanıt ise yüksek sanat ile hayat arasında fotoğraf ile kurulan bağdır. Bunun yanı sıra fotoğraf, doğası gereği çoklu, tekil olmayan ve çoğaltılma yönelik bir yöntemdir. Sanat eserleri de dahil olmak üzere her şeyi kopyalayarak çoğaltmak özeliğine sahiptir. Fotoğraf bu özelliği ile süreç içinde sanatın metalaşmasını sağlamış olsa da, aynı zamanda sanatın metalaşmasına, özerkleşmesine karşı gelebilmenin olanaklarını sanatçılara sunmuştur. Fotoğrafın bu gücü ile avangardın sanatla hayatı birleştirme davası birlikte iş görür. SUMMARY Although photography was initially conceived as solely a technical instrument at the time of its invention, over time its aesthetic side and its ability to affect change in society and art led to its consideration as an art form by the beginning of the twentieth century. At the same time, from the time of its invention to this time it has deeply effected the development of twentieth century art. In parallel with changing lifestyles, the separation of art from the existing order and tradition, its separation from the dominance of religion and the state, the increasing democratization of social and economic structures, and the struggles art took on against the forces of power enabled art to take on a new dynamic. These developments served as a source for originality and novelty to become values and made new arenas of criticism and thereby of avant-garde art mandatory. In particular, the release of art from the duty of realistic representation due to the emergence of photography enabled renewal in art and the emergence of an avant-garde attitude. Just as photography served as a vehicle for the change of social memory and the concept of the image, for the comprehension of sight and the eye, the measurability of the subject, the emergence of mass culture, the development of systems of reproduction, institutionalization, and the redefinition of the museum as an institution, it also later served as a source for the avant-garde which emerged against these same systems and thereby played an important historical role. At this point, the progressive artistic attitude which moves beyond the expected modes of expression in art which characterizes the avant-garde’s understanding of political, social, and cultural novelty joins with the fact that photography is a language shared by everybody. Avant-garde art, which serves as a forerunner in both art and life, made use of photography’s ability to use a shared language to spread art into everyday life. In conclusion, we can say that its ability to replicate existing views and the objective world, makes photography accessible for all parts of society and culture. The best proof of this is the tie between high art and photography. In addition, photography is by nature multiple, not single and easily reproduced. Even if this aspect of photography has at times enabled the commodification of art, it has also enabled artists to enhance their subjectivity. This power of photography has been effective in the quest of the avant garde to bring art and life together.