Selçuk Hukuk Kongresi-II, Konya, Türkiye, 15 - 19 Aralık 2021, sa.2032, ss.471-501
Klasik Savignyen yorum kanonları, küreselleşmeyle birlikte doğal
olarak başkalaşma geçirdi. Bu başkalaşma en çok “sistematik yorum”
üzerinde etki doğurdu. Örneğin sistematik yorumun, anayasa hukuku
alanında “anayasaya uygun yorum” adıyla tezahür eden biçimi, “insan
hakları çağı”nın ve hukukun ulus ötesi boyutunun güçlenmesiyle birlikte
“karşılaştırmalı anayasa hukuku yöntemi” veya “uluslararası sisteme uygun yorum yöntemi” gibi yeni yorum biçimleriyle zenginleşmeye ve genişlemeye başladı.
Bugün “uluslararası sisteme uygun yorum”, farklı hukuk sistemlerini birbirlerine yaklaştıran ve vazgeçilmez bir tutamak hâline gelmiş bulunuyor.
Bu genişleme, bazı ülkelerde, yargının, diğer bazılarında ise yasamanın öncülüğünde gerçekleşti. Türkiye özelindeki durum, kendine
özgü oldu. Anayasa, uygulamacıların uluslararası hükümleri dikkate alması için çok sayıda hüküm içermesine rağmen, yargı bunda bir direnç gösterdi. Bu direnç karşısında 2004 yılında Anayasa’nın 90’ıncı maddesindeki vurgu pekiştirildi. Bu açık yönlendirmeye rağmen, yargısal dirençte bir değişiklik olmadı.
Bu aşamaya kadar siyaset, hukukun önünden gitti. Pek çok mahkeme, Anayasa’nın bu net hükümleri yokmuş gibi davrandı. Böyle davranmayan diğer bir kesim yargı organı ise, uluslararası hukuku ve içtihatları, çoğu kez “kiraz toplama” (“cherry picking”) denilen etik yönden tartışmalı bir yöntemle, zaten vermek istedikleri kararı verirken “makyajlama” amacıyla kullandı. Diğer bazıları da uluslararası hukuku, “seçici
geçirgenlik” denilen bir yöntemle ulaşmak istedikleri sonucu destekledikleri denli dikkate aldılar.
2010 yılında bir uluslararası sözleşmenin (“Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi”) adının açıkça Anayasa’ya yazılması ve bu türden bir yaklaşımın bizzat Anayasa Mahkemesi (anayasa şikâyeti) kanalıyla yaşama geçirilmesi için atılan adım, nihayet bir dönüm noktası oluşturdu. Anayasa
Mahkemesi, uluslararası insan hakları hukukunu, daha önce herhangi bir
mahkemenin yapmadığı denli nirengi noktası saymaya başladı. Bu durum, Anayasa Mahkemesinin prestijini kamuoyu nezdinde arttırdı. Bu
prestijin ve yüksek mahkemeler arasındaki zımni çekişmenin de etkisiyle
diğer yargı organları, insan hakları hukukunun dilini kullanmaya ve
Anayasa’nın 90’ıncı maddesini yeniden keşfetmeye başladılar.
Bu keşfin dikkat çekici biçimde tezahür ettiği alan idari yargı oldu.
Geçmişte de diğer yargı organlarına nazaran bu konuda daha kapsayıcı
bir yönelimi olan idari yargı mercileri, uluslararası hukuku etkili, hatta
icabında ulusal hukukun biçimsel kurallarını “ihmal ederek” veya “zımnen ilga olmuş” sayarak kullanmaya başladılar.
Bildiri, bu gerçeği ampirik bir yöntemle ortaya koymayı amaçlamaktadır. Bildirinin odağı, bireysel başvuru usulünün uygulanmaya başladığı 2012 yılından 2021 yılına kadarki periyotta, Danıştay kararlarının
yayımlandığı karar bilgi bankalarında, insan hakları hukukunun anahtar sözcükleriyle yaptığımız filtrelemeler sonucunda elde ettiğimiz veri seti
olacaktır.
Bu veri seti ele alınırken şu dört soruya yanıt aranmıştır. Danıştay;
- Uluslararası hukuk sözleşmelerinin hangilerini dikkate almakta
ve bunlar arasında bir ayrıma gitmekte midir?
- Türkiye’nin taraf olduğu ve olmadığı davalar arasında bir ayrım
yapmakta mıdır?
- Hangi durumlara ve hangi kararlara yoğunlaşmaktadır?
- Uluslararası insan hakları hukukunun çizdiği eşiği aşabilmekte
midir?
Ulaştığımız bulgular, bu soruların yanıtlarının olumlu yönde yanıtlandığını göstermektedir. Bildiri bu olumluluğu, ham verileri anlaşılır
hâle getirecek bir sistematikle ortaya koyacaktır. Bu yolla, “realist” perspektifle Danıştay’ın, Anayasa’nın 90’ıncı maddesini nasıl kullandığı sorusu da yanıtlanmış olacaktır.