Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınevi, İstanbul, 2016
Tefsir
biliminin en önemli malzemesi, söz, yani kelâmdır. Zira vahiy ürünü olan
Kur’ân-ı Kerim İlâhî bir söz, tabiri diğerle Kelâmullahtır. Onun bu temel
özelliği dil bilimi (linguistics) çerçevesinde incelendiği zaman, üç temel
unsurla karşılaşılır. Bunlardan birincisi lafız,
ikincisi mânâ/anlam ve üçüncüsü de bu
iki unsur arasındaki ilişki olarak tanımlanan delâlettir.
Lafız
ile mânâ arasındaki ilişki, lafzın mânâya delâleti, kavramsal ifadeyle lafzî delâlettir. Bu delâlette, yazılı
ya da sözlü dile getirilen anlamlı-anlamsız (mevzu‘-mühmel) her lafzın zihinde
bir karşılığı vardır ki, o da mânâdır.
Mahiyeti
lafızlardan, muhtevası da bu lafızların delâlet ettiği mânâlardan oluştuğu için
Kur’ân, söz konusu lafızların delâlet ettiği mânâları tespitte sürekli ilgi
odağı olmuştur. Bu da Kur’ân yorumu adı verilen tefsir biliminin oluşumunda
temel hareket noktasını teşkil etmiştir.
Dile
getirilen lafzın, diğer bir ifadeyle sözcük (kelime) veya sözün (kelâm) karşılığı
olan anlamı tayin ve tespitte kullanılan faktörler, karine (قرينة)
kavramı çerçevesine dâhildirler. Bu bakımdan karine, lafzî delâlette önemli, hatta vazgeçilmez bir fonksiyona
sahiptir.
Karine, ya lafzın bünyesi ve dizgesinde
(makâl/siyâk) bulunur; ya da lafzın bünyesi dışında, dile getirildiği makamda
(hâl) yer alır. Bu yönüyle karine, makâlî/siyâkî (lafzî, mânevî) ve makamî/hâlî olmak üzere iki ana kısımda
mütâlâa edilir.
Gerek
makâlî gerekse makâmî karineler, lafzın mânâya delâletinde birbirlerinden
bağımsız hâlde bulunmayıp sürekli etkileşim hâlindedirler. Karineler arasındaki
bu etkileşime tedâfürü’l-karâin adı
verilmektedir.
Lisanî
bir olgu suretini taşıyan Kur’ân lafızlarının, ister kelime, ister ayet,
isterse sure ölçüsünde bulunsun, delâlet ettikleri anlamların belirlenmesinde,
hem makâlî hem de makamî karinelerin mevcudiyeti tefsir
ilmi açısından son derece önemlidir.
Bu
gerçeğin farkında olan müfessirler, tefsir tarihi boyunca karineyi, Kur’ân’ı anlama ve yorumlamada önemli saymışlar; ya
doğrudan adlandırarak, ya da başka bir tefsir kavramıyla ifade ederek, mânâya
delâlette bir faktör şeklinde kullanmışlardır.
Bahsettiğimiz
gibi söz konusu kullanım, kimi zaman doğrudan karine adlandırmasıyla olurken, kimi zaman da i‘râb, tahsis, sebeb-i nüzûl gibi ulûmu’l-Kur’ân’a
(tefsir usûlü) ait kavramlarla isimlendirmek suretiyle icra edilmiştir. Bu
ameliye, tefsir ilmide karine
kavramının, semantik alanının genişlemesi ve olgunlaşması sonucunu doğurmuştur.
Yukarıdaki
bilgiler doğrultusunda, i‘râbü’l-Kur’ân
ve sebeb-i nüzûl gibi birçok tefsir usûlü kavramı, karine terimiyle oldukça sıkı irtibat hâlindedir. Buradan hareketle
birçok tefsir usûlü kavramı hakkında doğrudan karine nitelemesi, hatta isimlendirmesi yapmak mümkün görünmektedir.
Gerek
doğrudan zikredilsin gerekse herhangi bir usûl kavramıyla dile getirilsin,
tefsirde karine olarak kulanılan
faktörler, birbirleriyle etkileşim hâlindedirler. Bu etkileşim, birinin delâlet
ettiği anlamı diğerinin desteklemesi şeklinde olabildiği gibi; delâlet
ettikleri farklı mânâlardan birini tercihte, bir karinenin diğerine baskın gelmesi (tercih edilmesi) tarzında da
gerçekleşebilmektedir.
Hem
doğrudan karine terimiyle
adlandırılan hem de karine kavramı
çerçevesine giren mevzubahis faktörler, ilk dönem tefsir müdevvenâtında yer
aldığı gibi son zamanlarda kaleme alınan tefsirlerde de bulunmaktadır. Şu
farkla ki bu faktörler; ilk dönem eserlerinde -özellikle hicrî IV. asırdan
önce- doğrudan karine kavramıyla dile
getirilmemiş, karinenin kavramsal çerçevesine giren diğer tefsir usûlü terimleriyle
ifade edilmiş; sonraki dönemlerde ise, direkt karine terimiyle zikredilmişlerdir.