Diğer, ss.1-2, 2020
Mehmet Şişman, Prof.Dr., Akademisyen İktisatçı
19.09.2020
Salgın Ekonomisi üzerine
Salgın öncesi Dünya Ekonomisi neyse salgın sonrası Dünya o
olacak diye bir şey yok, şüphesiz. Bir çok piyasa ve üretim ilişkisi
değişecektir. Bunun emaresi ortaya çıkmaya başladı bile. Çok kutuplu ve giderek
bölgeselleşme ağırlıklı bir küresel düzen olacağı yavaştan ortaya çıkmaya
başladı. “Aşı milliyetçiliği”, teknolojideki gelişmeler ve siyasi gerginlikler
önemli işaretlerdir. Dünyanın pek çok yerinde devam eden aşı çalışmalarında faz
3’e doğru ilerleniyor. Hayvanlar üzerindeki deneylerden, faz 3’de insanlar
üzerindeki yan etkileri gözleme süresine doğru gelindi. Bu da aşının eli kulağında
olduğunu göstermekle birlikte, rekabetin aşı milliyetçiliğine dönüşerek,
ekonomide dağıtım ve tedarik sorunlarını
da beraberinde getireceğini göstermekte. Fransız ilaç şirketi Sanofen ile Trump
hükümeti Şubat ortası anlaşma yapmışlar meğer. Anlaşma ortaya çıkınca Fransız
iktidarın ve AB yöneticilerin eşit dağıtım konusundaki söylemleri hafızalarda.
Buna rağmen aşı tam olarak ortaya çıkınca ABD’nin kendisine beklediği 100
milyon aşı talebi ne derecede karşılanacak göreceğiz. Fakat Rusların aşısındaki
etkiler de zayıf olduğuna göre, henüz yan etkilerin tam ortaya çıkmadığı ve
klinik deneylerin aslında uluslararası dayanışmayı artırması beklenirken, tersi
olması da pek şaşırtıcı değil doğrusu. Aslında başta Amerikalı Pfizer ve Roche
olmak üzere dev ilaç şirketlerinin aşı konusunda dünya ile rekabet ederek aşı
milliyetçiliğini aşması beklenebilirdi. Devletlerle anlaşma yaparak
Neoliberalizmin bir başka yüzünü göstermekte gecikmediler bu tekeller. Bu da
bize salgın sonrası ilaç ve sağlık sektöründe kamusallaştırmadan ziyade
devletlerin yönlendirmesinin tekelci karları belirleyeceğini göstermesi
açısından ilginçtir. İkinci olarak
teknolojideki gelişimeler salgın öncesine göre daha hızlı olacak gibi
duruyor. Zira şimdiden başta Alman şirketi Wolkswagen olmak üzere, yan sanayi
paylarını azaltarak elektrikli arabaların daha çok teknolojik örgütlenmesine
giriştiler. Bu da daha fazla işsizlik ve üretim girdisi talebinin daha fazla
ucuzlatılması girişimi demek oluyor. Salgın öncesi otomotiv sanayinin küçülmesi
ve elektrikli araç talebindeki artış başta Avrupa olmak üzere dikkat çekiciydi.
Salgın elektrikli araç talebini artırmak bir yana genel araba talebini (Türkiye
gibi kredileri bir süre ucuzlatmayanlar hariç) düşürdü. Ayrıca insanların evde
zaman geçirme süresi artınca kullanılan iletişim ve internet araçlarının
artışı, bilişim sektöründe karları diğerlerinin aleyhine çok fazla artırdı.
Burada da başta Çin şirketleri Huawei, Tencent ve Wanda group olmak üzere ABD
şirketleriyle rekabet keskinleşti. Apple şirketinden daha fazla ARGE harcaması
yapan Huawei Avrupa’da da ilgi gördü ve tüm dünyaya yaygınlaşınca ABD’nin kara
listesine girdi. Fikri Mülkiyet haklarını sonsuza dek koruyamayacağını anlayan
ABD yönetimi şirket sınırlamalarına girişiyor. Alibaba gibi ABD borsasında
işlem gören tedarik şirketi yöneticilerini ABD’ye sokmama kararı çelişki
yumağını açıklamaktadır. Neoliberalizm kendisine alan açmak için olsa gerek
olabildiğince 13-18. yüzyılları arası yaşadığı ve devlet müdahalesine dayalı “sıfır
toplamlı oyun” stratejisini yani merkantilist hafızasında kalanları da
kullanmaktan çekinmiyor. Neoliberalizm devletin gücünü ekonomideki tekel
hakimiyetini korumakta kullandıkça, başta Çin’de olduğu gibi otoriter eğilimler
daha da artmakta toplumsal hayatın kısıtlanması pandemi karantinası olmasa da,
gündeme gelebilmektedir. Ulusötesi şirket egemenliği insanlığın temel
ihtiyaçlarının değil, kendi karlarının peşinde koştukça, çaresizliği daha da
artacaktır kuşkusuz. Son olarak başta Türkiye ve Yunanistan arasındaki doğalgaz
araması ve Kıbris sorunu üzerinden yaşanan gerginliğin artması ve Fransa gibi
Akdenizi egemenlik alanı olarak gören ülkelerin meseleye dahil olması,
kapitalizmin salgın sonrası için bölgesel gerginlik politikasının artacağını
anlatmaktadır. Libya sorununu da eklersek, enerji ve egemenlik alanı açısından
Akdeniz örneği; NATO içinde bile sorunların artacağını ve aslında bu sorunların
iç politikadaki iktisadi sorunları perdelemekten öte anlamlarının olduğu
açıktır. Tarihin sonu gelmemiştir, çünkü tarih aynı biçimde değil, farklı
koşullarda ve farklı biçimlerde karşımıza çıkmaktadır. Pandemi sadece bu
yolculukta bir ara duraktır, daha fazla bir anlam yüklemektense gerçek
sorunlarımıza eğilmek gerekiyor. Gerçek sorunlarımız “Salgın ekonomisiyle”
hatırlanıyor; iyi ve dengeli beslenme, izolasyonu sağlam evlerde barınma, bizi
mutlu edecek sosyal ilişkileri kurmaktan geliyor. Dev ‘artı değerimiz’
birilerinin giderek yatı villası, markalı arabasına dönüşüyorsa salgın temel
ihtiyaçlarımızı bize hatırlatıyorsa; sarscovid 19 mikrobunun kabahati nedir? Tekelleşmenin
daha da artması ve doğanın tahribatının geri döndürülemez etkilerin ortaya
çıkması; bu konularda devletlerin şirketler lehine kararlar almakta tereddüt
etmemesi, aslında eşitsizlikleri ve yoksulluğu artırmaktan öteye geçemiyor.
Bununla birlikte 3 Kasımdaki başkanlık seçimi, ardından 2021 sonrası için COP
iklim sözleşmesi ile ilgili yeni görüşmelerin 2021 yılında Glasgow’da başlayacak
olması insanlığın bu ara durakta politika değişikliği için seçeneklerinin
gündeme geldiğini göstermektedir.