ASTANA YAYINLARI, Ankara, 2019
SUNUŞ
Prof.Dr.
Alaeddin Yalçınkaya[1]
Avrasyacılık, Çarlığın ve Sovyetlerin dağılma
döneminde Rusya merkezli jeopolotiğin üstünlüğünü koruma ve güçlendirme
stratejisi olduğu halde 2018 şartlarında ilave anlamlar kazanmıştır. Soğuk
Savaş sonrası uluslararası sistemin ABD önderliğinde “tek dünyacılığa”
evrilmesi, dağılan Sovyetler Birliği sonrasında 1990lar boyunca Rusya
Federasyonu’nun da parçalanma sinyallerini vermesi Rus aydınını yeni arayışlara
itmiştir. Moskova merkezli bir Rus devletinin süper güç olmasının tehlikeli bir
hayalcilikten ibaret olduğunu savunup tek çarenin ABD merkezli batının
talimatlarını uygulamak olduğunu savunan liberaller yanında eski toprakları
geri almak ve korumak için daha fazla güç ve şiddet kullanmanın gerekliliğini
söyleyen Rus milliyetçileri veya komünistleri de bulunmaktaydı. Avrasyacılar
ise çözüm yolu olarak şunu önermişlerdir: Eski topraklarda egemenlik kurmadan,
Çarlık ve Sovyet rejimlerindeki baskıcı hataya düşmeden başta Sovyet coğrafyası
olmak üzere Avrasya’daki devletleri ekonomik sistem, siyasal rejim, din, dil ve
kültürel alanlarda olabildiğince özgür olmalarını kabul etmek, savunmak ancak
genel stratejik konularda ABD’nin güdümüne girmemek, Rusya’nın çıkarlarına
halel getirmemek, kısaca NATO ve AB’nin genişlemesin, ABD’nin yeni nüfuz
bölgeleri kurmasını önlemek …
1990lar Rusya Federasyonu’nu hedef alan iç
çatışmalara karşı mücadele ile geçtiği halde 2000ler, Balkanlar ve Kafkasya’da
Atlantikçi genişlemeye karşı mukavemete sahne olmuştur. Renkli devrimler ile
Sovyet coğrafyasında ABD destekli yönetimlerin iktidara gelmesi bir aşama sonra
yaygın tepkiye sebep olmuş, Rusya’nın karşı saldırıya geçmesinin meşruiyet
kaynağı haline gelmiştir. 2010larla başlayan Arap Baharı süreci ise başlangıçta
Tunus, Mısır ve Libya’da siyasi iktidarları devirmede başarılı olmuş, ancak
siyasi istikrar ve güvenlik eskisinden daha kötü hale gelmiştir. Arap
Baharı’nın daha ilk yılında elde edilen bazı “başarılara” karşın Suriye’de
kilitlenme sözkonusu olmuş, 2018 başı itibariyle bu ülkedeki iç savaş ve
belirsizlik sürmektedir. Bu durum önemli ölçüde Rusya’nın eski etkinlik
bölgelerini yeniden ele geçirme ve ABD’nin yayılmacı stratejisini başarısız
kılma politikalarının sonucudur. Bu bağlamda Rusya ve Çin öncülüğünde
örgütlenmelere gidilmiş, birçok bölgesel çatışmalardan Rusya güçlenerek çıkmış,
“Yakın Çevre” ülkelerine yeniden güçlü Rusya mesajı verilmiştir.
2016-2017 öğretim yılında Marmara ve Bahçeşehir
üniversitelerinde Avrasya Stratejileri ile Kafkasya ve Orta Asya Politikaları
başlıklı lisansüstü programlarda Avrasyacılık stratejisi tarihi ve kavramsal
boyutları yanında incelendiği sözkonusu stratejinin günümüz politikalarında,
ilişkilerinde, örgütlenmelerindeki yansımaları çalışma konuları olarak
öğrencilere dağıtılmıştır. Oldukça başarılı çalışmalar içerisinde seçilenler
edisyon sürecinden sonra bu kitapta toplanarak bu alandaki eksikliğin
giderilmesi hedeflenmiştir.
Kitabın ilk bölümünde, aynı zamanda bu çalışmanın
editörlerinden Derya Tuğlu, “Avrasyacılığın Tarihsel Gelişimi”ni ele almıştır.
Bu bağlamda jeopolitik kavramının ortaya çıkması ile Avrasyacılık açısından
değerlendirilmesi yapılmaktadır. Günümüz Avrasyacılığının uluslararası
sistemdeki yeri ile büyük güçlerin bu stratejideki politika ve uygulamaları
tartışılmaktadır.
Yasemin Uğur Çam, “Avrasya Bölgeselciliğinde Örgütlerin
Rolünü Anlamak: Bağımsız Devletler Topluluğu” başlıklı bölümde günümüz
politikalarını açıklamada önemi gittikçe artan “bölgeselcilik” kavramı
çerçevesinde konuya yaklaşmaktadır. Bu bağlamda BDT’nun, Putin iktidarıyla
SSCB’nin kansız dağılmasını aracı olan bir örgütün ötesine geçtiği, Sovyet
sonrasının zorunlu bir aşasından eski cumhuriyetleri bir arada tutma zeminine
dönüşümü değerlendirilmektedir. Böylece BDT’nin Avrasya Bölgeselciliğinin
zemini olduğu sonucuna varılmaktadır. Bu süreçte gerek Moskova’dan uzaklaşmak
isteyenlerin bu örgütten de ayrılmaları gerekse Çin’in de öncülerinden olduğu
Şanghay İşbirliği Örgütü zeminindeki politikalar BDT’yi zorladığı üzerinde
durulmaktadır.
“Avrasya Ekonomik Birliği: Beklentiler ve
Gerçekleşenler” başlıklı bölümde Gökhan Katıtaş, Avrasyacı stratejilerin en
somut uygulama alanı olarak görülen Avrasya Ekonomik Birliği’ni ele almaktadır.
Entegrasyonun ilk aşamalarını tamamladıktan sonra 2015 itibariyle Ekonomik
Birlik aşamasında geçildiği kabul edilen örgütün sözkonusu entegrasyonda ne
derece başarılı olduğu tartışılmaktadır. Moskova merkezli AB olarak
tasarlandığı halde başta Rusya olmak üzere örgüte üye ülkelerin farklı
beklentileri, belki de bunun ötesinde ekonomik entegrasyonun gerektirdiği
ekonomik, sosyal ve hukuksal altyapı yetersizliklerine karşın böyle bir
örgütlenmenin gerekliliğine dair ortak irade ve sonuçları bu bölümün temel
sorununu oluşturmaktadır.
“Avrasya Ekonomik Birliği ve Türkiye” başlıklı
bölümde Derya Tuğlu, sözkonusu birliği ele alırken Türkiye-AB ilişkilerindeki
tıkanıklık açısından konuyu değerlendirmektedir. Son yıllarda AB yerine Şanghay
İşbirliği Örgütü’ne üyelik tartışmaları yaşanırken Şanghay merkezli örgütün
AB’den farklı olarak bir siyasi zemin olduğu, fakat Avrasya Ekonomik Birliği’nin
başarısız da olsa AB’ye alternatif hedefleri bulunduğu dile getirilmektedir.
Başta Rusya olmak üzere bu birlik üyesi ülkelerle ticaret hacmi ve sektörleri
dikkate alındığında Türkiye’nin AB yerine Avrasya Ekonomik Birliği’ne
üyeliğinin artıları ve eksikleri bu bölümde tartışılmaktadır.
Önder Kara, “Kolektif Güvenlik Antlaşması Örgütü
(KGAÖ) ile NATO’nun Karşılaştırılması” başlıklı bölümde, Avrasyacı
stratejilerin diğer bir somut uygulaması olarak sözkonusu örgütü ele
almaktadır. Sovyet döneminin Varşova Paktı’nın dağılmasından sonra askeri
alanda liderlik zemini kalmayan Moskova’nın başlangıçta eski Sovyet
cumhuriyetleriyle mevcut savunma ilişkileri kapsamındaki sorunları çözmek üzere
oluşturulan örgütün Putin ile Avrasyacı hedeflerin aracı haline gelmesi anlatılmaktadır.
Buna karşın NATO ve Varşova Paktı, Soğuk Savaş döneminin rakip askeri örgütleri
olduğu halde günümüzde bu rekabet ilişkisinin NATO ile KGAÖ arasındaki
boyutları tartışılmaktadır.
Abdullah Nur Heyle ile birlikte hazırladığımız
“Rusya’nın Ortadoğu ve Kuzey Afrika Politikası” başlıklı bölümde, Avrasyacı
stratejilerin Avrupa+Asya’nın ötesinde Afrika boyutu ele alınmaktadır.
Sovyetlerin dağılması ile federasyonun dağılması problemleriyle uğraşan Moskova
yönetimi, Putin ile birlikte Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da yeniden etkinlik kurma
arayışlarına girmiştir. Başlangıçta Ortadoğu ülkelerinden Çeçen direnişine
gelen desteği kesmeyi hedefleyen ilişkiler İslam İşbirliği Teşkilatı’na
gözlemci üye statüsü kazanma, bölge ülkeleriyle her alanda ilişkiler kurma,
nihayet Arap Baharı sürecindeki müdahaleler ile Suriye’nin geleceğini
belirlemede birincil aktör durumuna gelme politikaları bölümün temel konusudur.
Ahmet Demir ve Serkan Sayan’ın hazırladığı “Rasyonel
Dostlar: Rusya, İran ve Suriye” başlıklı bölüm, yine önceki bölümün devamı
niteliğinde Avrasyacı stratejilerin Ortadoğu ve İslam dünyası boyutunu ele
almaktadır. İran, Yeni Avrasyacılık stratejisinin güney vektörünü oluşturduğu
halde Suriye iç savaşıyla birlikte bu teorik tanımlama son derece başarıl
uygulama zemini bulmuştur. Bu süreçte Rusya’nın Suriye coğrafyasında,
dolayısıyla Doğu Akdeniz’de varlığını güçlendirmesi, yeni üsler inşa etmesi ile
Ortadoğu’da askeri ve siyasi bakımdan etkinlik kurması, tarihi dayanaklarıyla
birlikte ele alınmaktadır. Bu bağlamda Arap Baharı ile Suriye’nin parçalanma
sürecine girmesi, reelpolitik fırsatları değerlendiren Putin ile Rusya’nın
güçlü bir şekilde bölgeye dönüşüne vesile olduğu görülmektedir.
“Avrasya’daki Enerji Savaşlarında Çin’in
Stratejileri: Çin-Kazakistan Enerji İlişkileri” başlık bölümde Ali Dönmez,
Avrasya stratejilerinin merkezinde yer alan enerji faktörü açısından konuyu ele
almaktadır. Rusya ve Kazakistan, enerji ihracatçısı olduğu halde yükselen güç
olarak Çin’in en büyük ithalatçı olarak Avrasyacı politikalarda önemi büyüktür.
ABD karşıtı en önemli örgütlenme durumundaki Şanghay İşbirliği Örgütü’nün iki
temel gücü Rusya ve Çin arasında yer alan Kazakistan’ın iki ülke arasındaki
çelişkilerdeki pozisyonu da önemlidir. Bu bağlamda petrol ve doğalgaz boru
hatları, enerji stratejileriyle birlikte ilgili ülkelerin ekonomik olduğu kadar
siyasi geleceklerini belirleyen önemli bir faktör olduğu dikkate alınarak Kazakistan-Çin
ilişkileri tahlil edilmektedir.
Susana Askarova, “Çin’in Enerji Politikaları”
başlıklı bölümde, önceki bölümün devam olarak enerji ithalatçısı ülke olarak bu
yükselen gücün bölge politikaları üzerindeki etkinliği ele alınmaktadır. ABD
hegemonyasına karşı bir bakıma tek/birincil alıcı pozisyonunda olan Çin’in Orta
Asya, Afrika ve genel olarak Avrasya’daki etkinliği tartışılmaktadır. Bu
bağlamda enerji ihracatçısı diğer Orta Asya ülkeleriyle boru hatları ve enerji
ithalatı üzerinden ilişkileri geliştirirken bölgesel kalkınma ve istikrarı
önceleyen politikalarla ABD’ye müdahale yollarının kapatılması
tartışılmaktadır.
“Çin’in Avrasya’ya Yönelik Enerji Politikaları”
başlıklı bölümde Gökhan Katıtaş ve Turgay Çölcü, önceki bölümlerin devamı
olarak Çin’in enerji yatırım ve ticareti üzerinden bölgede etkinlik kurmasını
tartışmaktadır. Ucuz işgücü ile hızla büyüyen ekonomisi sayesinde yükselen
güçlerin başına yer alan Çin’in, Moskova merkezli Avrasya stratejileri
konusunda ilgisiz kalması beklenemez. Her ne kadar diğer zeminlerde Atlantikçi
güçlere karşı Rusya ile işbirliği sözkonusu ise de yanıbaşındaki Orta Asya’da
aynı ülke ile önemli rekabet konuları bulunmaktadır.
Nur Aslan, “Şanghay İşbirliği Örgütü: İç İhtilaflar
ve Türkiye’nin Olası Konumu” başlıklı çatışmasında, Atlantikçi cephe karşısında
en önemli örgüt durumundaki ŞİÖ’yü ele almaktadır. SSCB’nin dağılmasıyla
uluslararası sistem tek kutuplu, Amerikan hegemonyasına girdiği halde Rusya ve
Çin’in buna karşı ortak bir örgütleşmeye gitmesi önemlidir. Çalışmada bu
örgütlenme aşamaları özetlenirken Çin-Rusya çelişkileri farklı açılardan ele
alınmakta, bu bağlamda AB ile ilişkilerdeki olumsuzluk karşısında Türkiye’nin
bu örgütle mevcut ve muhtemel ilişkileri tartışılmaktadır.
“Yükselen Bir Güç: Şanghay İşbirliği Örgütü ve
Türkiye” başlıklı bölümde Deniz İstikbal, yukarıda bölümün devamı niteliğinde
sözkonusu örgüt ile Türkiye ilişkilerini tahlil etmektedir. Bu bölümde
Türkiye-ŞİÖ ilişkileri, NATO üyeliği dahil bir bütün olarak Türkiye’nin batı
ile ilişkilerine karşı ŞİÖ alternatifi ele alınmaktadır. Türkiye’nin bu
konudaki girişimleri ile mevcut ilişkilerin mahiyeti, resmi statüsü
incelenmektedir.
Uğur Gül, “Enerji Koridoru Olma Yolunda TANAP ve
Türk Akımı Projeleri” başlıklı bölümde, Avrasyacı stratejilerin Türkiye
boyutunun somutlaştığı boru hatları projelerini ele almaktadır. Türk
Avrasyacılığının somutlaştığı projelerden Azerbaycan-Türkiye arasındaki boru
hatları yanında Rusya’dan Türkiye’ye enerji kanallarının niteliği ve politik
anlamı son derece önemlidir. Bu bağlamda Rusya ile ilişkilerin bozulduğu
dönemlerde Moskova yönetiminin enerji silahını koz olarak kullanmasının
faturası ağır olmuş, buna karşın bütün riskleri üzerine alarak Türkiye’ye ve
Türkiye üzerinden Avrupa’ya gaz sevkiyatı için Türk akımı projesini gündeme
getirmiştir. Her iki projede de önemli aşamalar geçilmiştir.
Emine Sezen Diler, “Ermenistan ve Gürcistan
İlişkileri” başlıklı çalışmasında Avrasya stratejilerinin uygulama merkezi
durumundaki Kafkasya’nın bu iki eski Sovyet cumhuriyeti arasındaki ilişkileri
ele almaktadır. Gürcistan, Sovyet sonrasında daha çok Moskova karşıtı
politikaları benimsediği halde Ermenistan’ın Rus uydusu haline gelmesinin iki
komşu ilişkilerine de önemli yansımaları sözkonusudur. Bunun yanında iki ülke
ilişkilerinde önemli ölçüde diğer komşular Azerbaycan, İran ve Türkiye
politikalarının yansımaları sözkonusudur. Bu bağlamda Ermenistan-Gürcistan
ilişkileri, jeopolitik şartların da etkisiyle Avrasya stratejilerinin inceldiği
bir noktada yer almaktadır.
“Abhazya Tarihi ve 2008’den İtibaren Abhazya
Gelişmeleri” başlıklı çalışmasında Arzu Özgünay, Sovyet sonrası Rusya’nın
bağımsız bir ülkeye karşı sıcak çatışmaya girdiği ilk örnek durumundaki 2008
Gürcistan müdahalesi ve sonuçlarını ele almaktadır. Avrasyacı stratejiler
bağlamında Atlantikçilere, ABD’ye yakınlığı ile dikkat çeken Gürcistan’ın
parçalanması gerektiği daha 1990’ların sonunda dile getirilmektedir. 2008’e
gelindiğinde bu politika hayata geçirilmiş ve Güney Osetya ile birlikte Abhazya
Rusya’nın müdahalesi ile fiilen bağımsızlaştırılmıştır.
Cavit Süleymanlı, “Hazar’ın Hukuki Rejimi ile İlgili
Tartışmalar” başlıklı bölümde, Sovyetlerin dağılması ile kıyıdaş ülke sayısının
ikiden beşe çıktığı Hazar’ın statüsü sorununu ele almaktadır. Statü konusunun
sorun haline gelmesinde İran’ın çıkarları ön planda görülmektedir. Bununla
beraber geçen süre zarfında sorunun çözülememesi, başta Bakü-Tiflis-Ceyhan boru
hattı olmak üzere Moskova merkezli Avrasya stratejilerine aykırı politikaları
yüzünden Azerbaycan’ın bir bakıma cezalandırılması sözkonusudur. Makalede
sorunun tarihi seyri özetlenerek son gelişmeler değerlendirilmektedir.
Gökhan Katıtaş ve Saico Umaro Embalo’nun hazırladığı
“Özbekistan Cumhuriyeti’nde Din-Din Siyaset İlişkisi ve İslam İşbirliği
Teşkilatı, Orta Asya’nın merkez ülkesi durumundaki bu ülkede bağımsızlık
sonrası ilişkiler ele alınmaktadır. Öncelikle İslam tarihinde Özbekistan
coğrafyasının önemi anlatılmakta, daha sonra İslam İşbirliği Teşkilatı’nın
kuruluşu ve faaliyetleri özetlenmektedir. Daha sonra bağımsızlık sonrası
Kerimov yönetiminin dini baskı politikaları ile radikalleşme sürecine giden yol
değerlendirilmektedir.
Kitapta, ilk bölümler öncelikle Avrasyacılık kavram,
tarih ve kurumları kapsamındaki bölümlere ayrılmış, daha sonraki bölümler ise
bu çerçevedeki politikalarla ilgili bölgesel ve ülkesel sorunlar ve konulara
ayrılmıştır. Şüphesiz gerek Avrasyacılık kapsamındaki farklı ülkelerin ve
düşünürlerin yaklaşımları gerekse bu alandaki örgütlenmeler, ilişkiler,
sorunlar ve konular çok daha geniştir. Kitapta yer alan her bölüm sonundaki
kaynaklar listesi, bu konuda da araştırmacı ve okuyuculara yol göstermektedir.
Başta her bölümü yazan arkadaşlar olmak üzere diğer
editör arkadaşım Derya Tuğlu ile derlemenin hazırlanmasında emeği geçen editör
yardımcıları Gökhan Katıtaş ve Hakan Mehmetçik’e teşekkür ediyorum.
Alaeddin Yalçınkaya, Anadoluhisarı, Ocak 2018
[1]
Prof.Dr., Marmara Üniversitesi, Siyasal Bilgiler Fakültesi, Uluslararası
İlişkiler Bölümü. alaeddinyalcinkaya@gmail.com