HACETTEPE ÜNİVERSİTESİ, cilt.1, ss.289-302, 2006 (Hakemli Dergi)
Sanatın, bilimin ve kültürün ekonomik yapıdaki
yansıması “küreselleşme” ile doğrudan
ilişkilidir. Bugün için toplumların ortak ideolojisi “yeni bir toplum ya da yeni bir çağ” üzerine kurgulanmaktadır.
Küreselleşme olgusunun bugün var olmasına neden olan
tarihi ideolojik yapıyı ele almak sanırım daha doğru bir yaklaşım olacaktır. Küreselleşmenin
( globalisation /küreselleşme-globalleşme) kelime karşılığı üç boyutlu yuvarlak olup, diğer
bir anlamda da yer küreyi ifade etmektedir. Küreselleşme, modernitenin fikirsel
kültürel ve sosyo-ekonomik boyutta kendini yeniden kurması olarak ta
tanımlanabilir. Dünya kültürler arası hesaplaşmanın ( farklı din, dil,
ırk’a ait toplumların sahip oldukları kültür miraslarıyla, dünya ortak pazarına
sunup satışını gerçekleştirme amacı )
sonucu olarak, ortaya çıkan küreselleşme kavramı, artık bireyin yaşam
alanlarını hem sınırsızlaştırdığı gibi, aslında bir o kadar da sınırlandırma durumuna
düşmektedir. “Teknolojik toplum”, “bireyselleşmiş kalabalık toplum”, “refah toplum” “gizli iktidar mücadeleleri”
türünden sosyal adalet mekanizması, küresel bir direniş hareketinin maddi ve
politik temellerini yaratmıştır.
Geçmişten gününüze kısaca bir değerlendirme yaparak,
bugünkü küreselleşme kavramının serüvenini daha iyi anlayabileceğimiz
kanısındayım. 19.yüzyılı kültür ürünlerinin metalaşmaya başladığı bir başlangıç
çağı olarak ele alabiliriz. Aristokratların hızlı artışı, kurumların ve devletlerin
hâkimiyetini geriletmeye başlamıştır. Kültür üreticileri, sürekli piyasayı alt
üst ederken, yaratıcı yönlerini propaganda amaçlı olarak kullanıyorlardı.
Sanatta; artık sonucu ne olursa olsun, ürünün satışı ile ilgilenilmeyip,
estetik ve düşüncenin temellerini nasıl değiştirebiliriz kaygısıyla yaklaşıyorlardı.
Bu sayede “kültür tüketicileri”
sınıfı da peşinden doğdu. Bunun sonucu olarak da sanatçı ürettiğini pazarlamak
ve satışını üstlenmek durumuyla karşı karşıya kaldı. Sanatçının “sanat
ürününü” ortaya koyma sürecinde ki tüm
mücadeleleri, onu kendi dönemi içinde farklı kılmaktaydı. Çünkü hiç bir
ideoloji, onun ortaya çıkışını engelleyemiyordu. Benjamin, böyle bir ortamdaki
sanata “gizemli sanat” olarak
tanımlama getirmiştir.