Eğitim İzleme Raporu 2024


Creative Commons License

Öz A. (Editör)

İlke Yayıncılık, İstanbul, 2025

  • Yayın Türü: Kitap / Araştırma Kitabı
  • Basım Tarihi: 2025
  • Yayınevi: İlke Yayıncılık
  • Basıldığı Şehir: İstanbul
  • Açık Arşiv Koleksiyonu: AVESİS Açık Erişim Koleksiyonu
  • Marmara Üniversitesi Adresli: Evet

Özet

Eğitim İzleme Raporu 2024’te eğitim alanındaki temel göstergeler 12 ana başlık altında ele alındı. Bu yıl, “Sosyal-Duygusal Gelişim” başlığı ilk kez rapora dahil edilmiş oldu. İkincil kaynaklardan ve geniş bir alandan derlenen veriler karşılaştırmalı olarak rapora yansıtıldı. Hem verilerdeki yıllık ani değişimler hem de son yedi yılda kendini gösteren eğilimler tespit edilmeye çalışılmış; bu sayede gelişim ve iyileşme kaydedilen yanı sıra gittikçe kendini daha yoğun hissettiren sorunların rapora yansıtılması amaçlanmıştır. Raporda öne çıkan veri ve tespitler, önümüzdeki süreçte eğitim alanında hangi konulara önem ve öncelik verilmesi gerektiği konusunda önemli ipuçları sunuyor. Öğretmen yetiştirme meselesi bu noktada öne çıkan en temel başlıklardan biri olarak dikkat çekiyor. 2024 yılında Milli Eğitim Akademisinin kurulması da esasında bunun bir göstergesi olarak değerlendirilebilir. Raporda yer alan veriler, kamuda öğretmen atamalarında belirli bir doygunluğa ulaşıldığını gösteriyor. 2024 yılında öğrenci sayısında hemen her kademede gözlemlenen düşüş, yeni öğretmen atamasına duyulan ihtiyacın da azalabileceğini düşündürüyor. Özellikle okul öncesinde görülen azalmanın nüfus artış hızıyla ilişkisi dikkate alındığında, uzun vadede bu senaryonun gerçekleşme ihtimali daha da kuvvetleniyor. Bu durum, öğretmen yetiştiren yükseköğretim kurumlarının kontenjanlarının da gözden geçirilmesini gerekli kılıyor. Milli Eğitim Akademisinin kurulması, öğretmen yetiştiren yükseköğretim kurumlarının temel işlevlerinin yeniden ele alınmasını da zorunlu kılıyor. Zorunlu ortaöğretimin süresinin kısaltılması yönündeki talepler de buna eklendiğinde, daha az öğretmen atamasına ihtiyaç duyulacağı söylenebilir. Bütün bunlar öğretmen yetiştirme süreçlerinin uzun vadeli ve bütüncül bir yaklaşımla ele alınmasını zorunlu ve öncelikli hale getiriyor. Son bir yılda ortaöğretim öğrenci sayısında gözlemlenen düşüş ve 15-17 yaş grubunda işgücüne katılım oranında yaşanan %3,4’lük artış, hem zorunlu ortaöğretimin süresini hem de eğitim ve istihdam arasındaki işbirliğini artıracak düzenlemeleri yeniden düşünmeyi ve bu doğrultuda yeni politikalar geliştirmeyi gerekli kılıyor. Okul terkleri ve bu gruptaki gençlerin istihdam süreçlerine katılımlarının izlenmesi ise meselenin bir başka boyutu. 15-17 yaş grubunda Ne Eğitimde Ne İstihdamda olan nüfusta bir önceki yıla göre gözlemlenen %6,81’lik artış, yalnızca ekonomik anlamda atıl işgücü sorununa değil, aynı zamanda beraberinde getireceği sosyal problemler yönüyle de üzerinde durulmayı hak eden bir sorun olarak önümüzde duruyor. Bu noktada mesleki ortaöğretim kurumları ile meslek eğitim merkezlerinin daha cazip ve işlevsel hale getirilmesine yönelik köklü bir politika değişikliğine ihtiyaç olduğu görülüyor. Burayla ilişkili olarak dikkat çeken bir diğer husus ise işgücünde bulunan çocukların ne kadarının eğitimine devam ettiği meselesidir. Bu konuda düzenli bir veri olmaması, konunun kapsamlı analiz edilmesini de zorlaştırıyor. Konuyu sağlıklı değerlendirmeye imkan sağlayacak verilerin temini için MEB ve TÜİK arasında bir işbirliğine ihtiyaç olduğu görülüyor. Okulterki ve işgücüne katılımla ilişkisi itibarıyla üzerinde durulması gereken bir diğer konu ise ortaöğretimdeki dört yıllık zorunlu eğitim sürecidir. Eldeki veriler, ortaöğretimdeki zorunlu eğitimin yeniden gözden geçirilmesini gerekli kılıyor. Bir taraftan nitelikli ara eleman bulmakta yaşanan güçlükler, diğer taraftan SONUÇ VE DEĞERLENDİRME 167 Eğitim İzleme Raporu 2024 eğitimde geçirdiği uzun süre sebebiyle sorumluluk alıp hayata atılma deneyimini sürekli ötelemek durumunda kalan gençlerin sonraki süreçte iş bulmak ve beğenmekte yaşadıkları zorluklar kronikleşen bir soruna işaret ediyor. Bu tabloya okul terkleri, yükseköğretim kurumlarına girişte karşımıza çıkan yığılma, okulda gözlemlenen hem akranlara hem de öğretmenlere yönelik gözlemlen şiddet eylemleri ile gençlerin topluma uyum süreçlerinde yaşanan sorunlar da eklendiğinde meselenin önemini daha da ortaya koyuyor. Burada zorunlu eğitimin süresi kadar içeriği üzerine de ortak akılla kafa yormak gerektiği ortaya çıkıyor. Rapora ilk kez giren sosyal-duygusal gelişim alanı da ileriye dönük üzerinde durulması gereken bir başka başlık olarak öne çıkıyor. Beceri temelli bir eğitim anlayışı üzerine temellendirilen ve bireylerin tüm yönleriyle bütüncül olarak gelişimini amaçlayan Türkiye Yüzyılı Maarif Modelinde programlar arası bileşenlerde sosyal-duygusal becerilere özel bir alan açılması bu konuyu daha da önemli hale getiriyor. OECD’nin sosyal-duygusal gelişim alanında ölçüm yapmaya başladığı da dikkate alındığında Türkiye’de bu becerilerin ölçülmesi noktasında yeni çalışmalara ihtiyaç olduğu görülüyor. 2022 PISA sonuçları Türkiye’deki öğrenciler kararlılık/ kendine güven, merak ve azim başta olmak üzere yaratıcı öz-yeterlik, entelektüel açıklık endekslerinde nispeten iyi bir skor elde ederken; işbirliği, strese dayanıklılık ve duygu kontrolü alanlarında daha zayıf bir performans sergilediğini gösteriyor. Bu bulgular, eğitim-öğretim süreçlerinde işbirlikçi öğrenme ve süreç yönetimi gibi konulara daha fazla ağırlık verilmesi gerektiğini ortaya koyuyor. Bu noktada kademeler arası geçişlerde yapılan merkezi sınavların öğrenci ve veliler üzerindeki etkisi de hesaba katılmak durumunda. Yeni öğretim programının öngördüğü süreç odaklı değerlendirme anlayışı ve okullarda yakın dönemde tecrübe ettiğimiz ortak sınav uygulamaları bu konuda yeni bir sürecin başlayacağını gösteriyor. Yeni programın başarısının temel koşullarından birinin ölçme-değerlendirme süreçlerinde yapılacak başarılı bir dönüşüm olduğu söylenebilir. Burada dikkat çeken bir diğer konu ise ülkemizde öğrencilerin okula aidiyet duygusunda gözlemlenen sorunlar. Türkiye’nin okul aidiyet indeksinde 2018’den 2022’ye -0,14’ten -0,30’a gerilemesi ve 42 OECD ülkesi arasında 41. sırada yer alması eğitimin duyuşsal boyutuyla ilişkili çok temel bir sorunun varlığına işaret ediyor. Öğrencinin okulla olan ilişkisinde mesafeli bir tutum sergilemesi önemli bir psikolojik bariyerin varlığına işaret ediyor ve eğitim-öğretim süreçlerinde birçok problemi tetikleme riski taşıyor. Her şeyden önce bu sorunun kaynağının tespiti de öncelikli bir mesele olarak önümüzde duruyor.