yakın doğu üniversitesi ilahiyat fakültesi dergisi, cilt.8, sa.1, ss.55-70, 2022 (Hakemli Dergi)
Hz. Peygamber, Cebrail aleyhisselâm vasıtasıyla kendisine inzal olunan âyetleri, şifâhen telakki etmiş ve duyduğu şekli
ile de ashâbına nakletmiştir. İlk dönemlerde tecvid ilminin incelemesi altına giren meseleler Arap dili, tefsir ve kıraat
araştırmaları ile meczolmuş bir şekilde var olmuştur. Kur’ân’dan önce Araplar arasında tecvîd kaidelerinin şiirde veya
başka herhangi bir edebi metinde kullanıldığına dair bir veri elimizde yoktur. İlimlerin tedvin edilmeye başlanması ile
tecvid de hicrî beşinci asırdan itibaren ayrı bir ilim olarak ortaya çıkmış ve bu ilme dair eserler telif edilmeye
başlanmıştır. Bu minvalde özellikle Endülüs ilmi birikimi başta olmak üzere İslâm beldelerinin merkezi şehirlerinde
tecvîd ilmine dair müstakil eser veren ulemâ ortaya çıkmıştır. Bu eserlerin varlığı Kur’ân kıraat ve tilâvetinin ehil bir
hocadan doğrudan alınması şeklindeki uygulamada herhangi bir zafiyete yol açmamıştır. Her ne kadar ilk
dönemlerden itibaren yetkin eserler yazılmış olsa da tecvîd ilminin teorisyenleri bizzat kendileri yazdıkları kitaplarda
bu ilmin hâzık bir hocadan müşâfehe yol ile alınmasının önem ve lüzumuna her daim vurgu yapmışlardır. İlm-i kıraat
ve tecvîde dair kendisinden önce yazılmış bilgileri toplayan ve bu ilimlere dair Kur’ân kıraati ve tilâveti alanında
eserler meydana getirmiş olan İbnü’l-Cezerî, bu kitaplarının bir kısmını nesir, bir kısmını ise ezberlenmesini
kolaylaştırmak maksadı ile manzum olarak yazmıştır. Osmanlı dönemi İslâm dünyasında diğer bütün İslâmî ilimlerde
olduğu gibi tecvîd ilminde de merkezler kurmak ve dünyanın her bölgesinden ehil hocaları bu eğitim kurumlarının
başına getirmek suretiyle büyük bir atılımın olduğu söylenebilir. Bu makalede Osmanlı döneminde asırlarca tecvîd
ilmi öğretiminde başucu kitap haline gelerek okutulmuş, ezberlenmiş ve üzerinde çok sayıda şerhler yapılmış olan
İbnü’l-Cezerî’nin Mukaddime isimli eserine kendisini Cami-i Cedîd imamı olarak tanıtan hicrî onuncu/on altıncı asırda
yaşamış bir Osmanlı âliminin yapmış olduğu şerh incelenmiştir. Araştırmanın hedefi, Osmanlı’da bir ilim elde etme ve
aktarma metodu olarak yerleşmiş olan şerh ve hâşiye uygulamasının zannedildiği gibi eski ilimleri tekrardan ibaret
olmayıp geniş ilmi birikimi de ortaya koymak suretiyle yeni bir ihyâ ve hatta inşa sürecinin yapı taşları olduğuna dair
örnek sunmaktır. Bu kapsamda Osmanlı’da Mukaddime üzerine gerçekleşmiş olan şerh geleneğine de bakarak
incelenen şerhin, bir geleneğin tamamlayıcı unsurlarından olduğu ortaya konmaya çalışılmıştır. Yine Bursa’da
kendisine bir dâru’l-kurrâ tahsis edildiği günden itibaren İbnü’l-Cezerî’nin, yetiştirdiği talebeler ve telif ettiği eserlerin
Osmanlı ilim ve özellikle kıraat/tecvîd çevrelerindeki etkisine dair de önemli bir örnek sunulması hedeflenmektedir.
Şârihin uzun açıklamaları içeren incelemesi büyük oranda dil tahlillerine ayrılmış olduğundan şerhin tamamını
yansıtan örnekler verilmek suretiyle bu çalışma gerçekleştirilmiştir. Araştırmada kaynağa gitme, ana kaynakta
zikredilen diğer ilimlerde söz konusu meselenin yerini bulma ve gerektiğinde yeni bulgularla tavzih ve tenkit etmeye
dayalı bir yöntem kullanılmıştır.