Lalezar, Ankara, 2006
Asya
ve Avrupa’nın önemli bir kesişme alanını oluşturan Kafkaslar, ekonomik, siyasal
ve kültürel bakımdan da kaynaşma bölgesi durumundadır. Asırlar boyu geçiş alanı
olması ve coğrafi özellikleri yüzünden aynı zamanda etnik ve kültürel bakımdan
dünyanın en karmaşık (zengin) yapıya sahip olan bölgelerinden biri veya
birincisi olduğu kabul edilir.[1]
Soğuk savaş yıllarında SSCB sınırları içerisinde yer alan bölge, etnik
özellikleri bakımından önemli bir dönüşüm-karışım sürecine tabi olmuş ve bu
yıllarda dış dünya ile irtibatı “demirperde” şartlarından dolayı hemen hemen
kopmuştur. Gelişmeler Sovyetler Birliği’nin iç sorunu kabul edilip, dış
dünyanın müdahalesine kapalı tutulurken, Kafkas halkları önemli ölçüde
‘Sovyetleşmiştir’, en azından Sovyetleştiği zannedilmiştir. Bununla beraber,
Kafkasyalılar kendi etnik kimliğini derinden derine korumuş, belki bu
asimilasyon döneminde etnik “inancını” daha köklü bir şekilde bilinçaltında
korumanın yollarını bulmuştur. Bu arada geleneksel özellikleri aşarak bir dereceye
kadar modernleşmiştir.
Sovyet
yönetiminin özellikle Slav karşıtı olan ırklara karşı uyguladığı asimilasyon
programı sonucunda beklenen sonuç, bu toplumların eski kimliklerini
unutmalarıydı. 1930’larda, Rus olmayanlar arasında iyi eğitilenlerin mesela 1980’lere
gelince yapay bir “Sovyet” kimliği içerisinde tamamen asimile olacağı
beklentisi gayet makul idi. Fakat bu beklentinin gerçekleşmediği açıktır.
Aksine SSCB’nin son on yıllarında yaşanmakta olan süreç sadece hantal bir
“katılmama” sözcüğü ile tanımlanabilir. Rus bakış açısı ile “yeni bir Sovyet
insanı” oluşturmanın yerine, örneğini Kafkasya’da ve Orta Asya’da çokça
gördüğümüz gibi, Rus olmayan birçok Türk, Çeçen ve diğer azınlık aydınları ve
etkili kişileri kendi halklarının milli bilinçlenme hareketlerine önderlik
etmeyi daha çok tercih etmişlerdir.[2]
Kafkasların,
kesişme alanı kabul edilmesinin birçok yönü bulunmakla birlikte, öncelikle
etnik yapıdan ayrı olarak belirteceğimiz şu özelliklerini dikkate alıyoruz:
Bölge hem Asya hem de Avrupa toprağı olarak görülmektedir. Avrupa’nın genel
sınırlarının dışında kaldığı yönünde yaygın bir görüş bulunmasına rağmen üç
Kafkas ötesi cumhuriyet Azerbaycan, Gürcistan ve Ermenistan’ın AGİT, NATO ve AB
ile ilişkileri dikkate alındığında önemli ölçüde “siyasi Avrupalı” kimliği
tescil edilmiş durumdadır. Bölge halklarının din ve mezhep özellikleri de iç
içe girmiş, kaynaşmış bir yapı arzetmektedir.
Günümüz
Kafkasyasında, Azerbaycan hariç tutulduğunda önemli bir iktisadi zenginlik
bulunmadığı halde, stratejik önem, geçiş yolları üzerinde bulunma özelliği,
aynı zamanda ekonomik bir değere dönüşmekte veya dönüşüm potansiyeli
taşımaktadır. Hazar ve Orta Asya kaynakları, önemli ölçüde bu bölge üzerinden
dünyaya ulaşmakla bölgenin stratejik özelliği bir değer haline gelebilmektedir.
Azerbaycan’ın ve Hazar Denizi kaynaklarının sahiplenilmesi, kullanılması,
işletilmesi, pazarlanması, taşınması ve korunması bir bütün olarak Kafkaslar
ile birlikte düşünülmesi gerektiğinden, büyük güçlerin Azerbaycan stratejileri
Kafkaslar’dan ayrı düşünülmemiş veyahut bunun tersi olarak Kafkas politikaları
eninde sonunda büyük oranda Hazar ve Azerbaycan kaynaklarına dayanmıştır. Öte
yandan Kafkaslar, Hazar ve Orta Asya kaynaklarının ulaşımı için temel geçiş
noktasını teşkil ettiği gibi aynı zamanda komşu bölgelere ulaşımı ve bölgede
etkinlik kurmaları açısından stratejik öneme sahiptir. Tarih boyunca önemli
fetihlerin ve akımların geçişine sahne olan Kafkaslar, Çarlık Rusyası
tarafından alındıktan sonra, Ruslara Türkistan yolu açılmıştır. Bundan dolayı,
SSCB döneminde Kafkasların etnik ve siyasi yapısı, uzun vadeli Rus çıkarları
açısından yeniden düzenlenmiş veya radikal uygulamalara konu olmuştur.
Kafkasya,
Asya, Avrupa ve Orta Doğu üzerinden Afrika kıtası ile Karadeniz, Hazar Denizi,
Basra Körfezi ve Hint Denizi’ne giden yolların kavşağında bulunmaktadır. Onun
içindir ki tarih boyunca etrafında yükselen büyük güçlerin (Türk, Pers, Roma,
Bizans, Sasani, Arap, Cengiz, Timur, son olarak Rus ve günümüzde global güç
olarak ABD) istilalarına maruz kalmış, büyük güçlerin sürekli ilgi alanları
içinde olmuş, genellikle bu güçlere tabi olmuştur. İşgali altına girdiği veya
tabi olduğu her bir güçten kültürel bakımdan da etkilenmiştir.[3]
Gününüzde terörizmin kökünü kurutmak bahanesiyle Orta Doğu, Orta Asya’nın yanında
Kafkaslar’da da üsler kuran ve etkinlik alanını genişletmeye çabalayan ABD’nin
bölgeye ilgisi aslında çok daha önceden başlamıştır. Birinci Dünya Savaşı ve
Kurtuluş Savaşı yıllarında ABD gönderdiği heyetler vasıtasıyla Anadolu’nun
birçok yerinde ve Kafkasya’da ecza depoları, yetimhaneler, hastaneler
kurmuştur. Ermenistan üzerinde bir Amerikan mandasının uygun olup olmadığı
araştırırken, bölgedeki Türk ve Ermeni nüfus oranın incelemiştir.[4]
Bu durum, bölgenin etnik ve siyasi özelliklerinin global politikalar açısından
öneminin günümüzle sınırlı olmadığın göstermektedir.
Etnik
yapıdan siyasal oluşumlara ve gelişmelere geçişi ele aldığımız bu araştırmada,
geçiş sürecinde yaşananlar ışığında, bölge ve dünya barışı ve refahı açısından
geleceği görmeye çalışıyoruz. Etnik yapı ile ‘Sovyet çıkarları’ bileşiminin
veri kabul edildiği siyasal yapının -buna SSCB diyoruz- dağılmasından sonra da
önemli ölçüde korunması yönündeki ‘uluslararası irade’, günümüz ve yakın
gelecek açısından tartışılmaktadır. Kuzey Kafkasya’da yaşanan başta Çeçen
direnişi olmak üzere etnik-siyasal gelişmeler ele alınırken her birinin Güney
Kafkas cumhuriyetleri, Rusya ve diğer bölge ve bölge dışı ülkelerle ilişkileri
boyutu ele alınmaktadır. İzleyen bölümlerde Azerbaycan, Ermenistan ve Gürcistan’ın
birbirleriyle olan çatışma ve ilişki konuları ile, daha sonra da bu ilişkilerin
Türkiye, İran, Rusya ve Hazar boyutları incelenmektedir.
Sovyetler
sonrası kurulan birçok uluslararası örgütten biri olan Karadeniz Ekonomik
İşbirliği ile, yeniden işlerlik kazanan Yeni İpek Yolu projelerinin, Hazar
kaynakları için alternatif ulaşım hatlarının, “bölgesel dış politika” gerçeği
ile bütün bölge ülkelerinin çıkarına olabilecek yönleri, izleyen bölümlerde
tartışılmaktadır. ABD’de 11 Eylül 2001’de meydana gelen terörist saldırılardan
sonra, Türkiye ile ABD arasında yeni bir değer-anlam kazanan ‘stratejik
ortaklık’ kavramı, ABD ile bölge ülkeleri arasında değişik açılardan
değerlendirilmektedir. Barış içerisinde, müreffeh ve çevrenin korunduğu
bölgenin, bütün ülkelerin çıkarına olup Kafkaslar ve Karadeniz ülkelerinin
yaşanabilir bir dünya için önemli katkısı olacağı açıktır. Bunun tersi de
bölgedeki karışıklık ve istikrarsızlığın bölgeyi aşan etkisi olduğudur. Bütün
bunların ışığında 11 Eylül sonrasında bölge ülkelerinin barış ve işbirliği
içinde olmalarının zorunluluğu konusunda çok daha fazla gerekçe bulunmaktadır.
Belirtilen
konu başlıkları, Kafkaslar’ın benzersiz coğrafyası üzerinde son derece zengin
tarihi birikimi ile günümüz dünya politikasının niçin çatışma alanı haline
geldiği konusunda fikir vermektedir. Her dönemde birçok boyutu ile yaşanan
çatışmalar ile sorunlar sürekli ertelenmiş olup, bugün için de birçok alanda
tarih ve politika bölge üzerinde düğümlenmiş durumdadır. Öyle ki doğu-batı,
kuzey-güney ve diğer ara yönlerdeki hatlar bu bölgede kesişmiş, sayısız aşılmaz
tepelerden oluşan bölge adeta aynı noktadaki düğümlerin yeniden birbirine
bağlanmasıyla çözülmez hale gelmiştir. Günümüzde Çeçen-Rus, Azeri-Ermeni,
Gürcü-Abhaz, Gürcü-Oset gibi Kafkas halkları ve devletlerinin kendi aralarında
çözümü umutsuz gibi görünen anlaşmazlıkların aynı zamanda Rusya, İran, Türkiye
ve Orta Asya gibi bölgesel boyutları yanında Avrupa Birliği, ABD gibi aktif rol
sahibi bölge dışı aktörler de bu düğümleri daha da sıkmakta uzun vadeli
hesaplarını, her türlü çözümün önünde tutmaktadırlar. Bu bağlamda özellikle
Soğuk Savaş sonrası dönemde bu faktörlere enerji kaynakları ve ulaşım sorunları
da eklenince bu düğüm adeta kördüğüm olarak varlığını sürdürmektedir.
Öte
yandan Kafkasya gibi bir bölgenin incelenmesinde öncelikle siyasi haritayı,
bölgenin jeo-politik durumunu her safhada dikkate almak gerek. Gürcistan’ın
devlet yapısı ve komşularına baktığımızda, orta büyüklükte bir ilçe durumundaki
Güney Osetya Özerk bölgesi Gürcistan sınırları içerisinde iken buna komşu olan
Kuzey Osetya ise Rusya Federasyonu’na bağlı bir özerk cumhuriyettir.
Kafkaslar’da bunun başka örnekleri de bulunup siyasi analizlerin hareket
noktasını oluşturur.
Siyasi
haritanın coğrafi boyutları ikinci aşamada ele alınmaktadır. Çeçenistan,
İnguşetya ve Kuzey ve Güney Osetya’nın yer aldığı coğrafi yapı, dağlar ve
geçitler, petrol boru hatları güzergahları birçok siyasi gelişmenin temel
noktasını oluşturmaktadır.
Böyle
bir incelemede üçüncü kademe olarak siyasi-coğrafi harita üzerindeki
etnik-demografik yapıyı ele almak gerek. Her ülkeyi oluşturan etnik grupların
miktarı ve yüzdesi son derece önemli olduğu gibi, örneğin Gürcistan’daki
Ermenilerin yoğun olarak Gürcistan’ın Ermenistan sınırında yaşamaları, bugünkü
ve gelecekteki birçok gelişmenin hareket noktasını oluşturacaktır.
Siyasi-coğrafi-etnik haritanın, siyasi gelişmeleri yönlendirdiği belki tamamen
kontrolü altına aldığı dünyada en önemli bölgelerden birisi Kafkasya ise diğeri
Özbekistan, Tacikistan ve Kırgızistan’ın ortasında yer alan Fergana Vadisi’dir.
Vadi boyunca bir Özbek şehrinden diğerine giderken defalarca diğer komşuların
sınırları içerisine girilip çıkıldığı gibi her ülkenin komşu sınırları
arkasında kendi cumhuriyetine adını veren etnik gruptan önemli miktarda nüfus
bulunması istikrarsızlık kaynağı olarak karşımızda durmaktadır. Genel olarak
sömürgecilik dönemi alışkanlıklarından olan, bölgeyi kolayca sömürmek ve
muhtemel gelişmeleri kontrol altında tutmak için, bölge halklarını sürekli
birbiriyle sürtüşme içerisinde bırakacak demografik ve siyasi düzenlemeler
Stalin dönemince çokça uygulanmıştır. Kafkasya belki de bu uygulamanın en
dikkat çeken örneklerinden biri olarak ele alınmaktadır.
Kafkasya’da
siyasi gelişmeler, öncelikle Kuzey ve Güney Kafkaslar olarak ikiye ayrılan
bölge ülkelerinin kendi politik hedefleri, çıkar ve tehdit tanımlamaları
açısından ele alınmalıdır. Ancak, burada benzeri pek görülmeyen düzeyde dış
aktörlerin müdahil olduğu, belki de sonuçları tamamen dış aktörlerin
belirlediği bir siyasi manzara ile karşı karşıyayız. Kuzey Kafkasya’yı
oluşturan özerk cumhuriyetler Rusya Federasyonu’nun parçası olduğu halde,
Rusya’nın bölgenin tamamına olan müdahalesi, bu ilginin çok daha fazla
ötesindedir. Güney Azerbaycan’ı yönetimi altında bulunduran İran, bölgedeki
gelişmelere oldukça müdahil olmakta, özellikle Azerbaycan’ın politikalarını
tehdit olarak görüp, Ermenistan ve Rusya ile birlikte hareket etmektedir.
Türkiye, ise gerek Orta Asya cumhuriyetleri gerekse başta Azerbaycan olmak
üzere Kafkas halkları ile olan tarihi, kültürel ve soydaşlık bağlarından
hareketle ve aynı zamanda barış ve refahın ancak komşuları ile iyi ilişkiler
kurup sürdürmekle mümkün olacağı gerçeğinden hareketle bölge üzerinde uzun
vadeli hesaplar yapmaktadır. Bununla beraber özellikle 1990’larda ve sonrasında
yaşanan iç istikrarsızlık nedeniyle, bölgesel ve küresel güç olması gereken
Türkiye’nin Kafkasya’daki gelişmelere kendi haklı çıkarları açısından ve
uluslararası hukuk çerçevesinde gerekli ilgiyi gösterip görevini ne derecede
yaptığı tartışmalıdır.
İki
kutuplu sistemin yıkılmasından sonra dünyanın tek süper gücü durumundaki ABD,
özellikle 11 Eylül 2001’de yaşanan terörist saldırılardan sonra bölgeye daha
fazla yerleşmiş, askeri açıdan olduğu gibi ekonomik ve siyasi bakımdan bölge
ülkeleri ile köklü ilişkiler ve işbirliği zeminleri kurmuştur. Avrupa Birliği
ülkeleri, Çin ve Japonya ile başta Suudi Arabistan olmak üzere Arap ülkeleri ve
diğer birçok bölgesel ve global güçler Kafkaslar’ın stratejik, jeopolitik ve
ekonomik öneminden dolayı buraya ilgi duymakta, gelişmelere müdahale etmekte
veya yönlendirmeye çalışmaktadır.
[1] Mosche M.
Gammer’e göre, Papua Yeni Gine, dünyanın etnik bakımdan en karmaşık bölgesidir.
Kafkaslar, Papua Yeni Gine’den sonra gelir. ‘Kuzey Kafkasya’da Ulusal
Sorunlar’, Kafkasya ve Orta Asya: Bağımsızlıktan Sonra Geçmiş ve Gelecek,
25-27 Mayıs 1995, Ankara, TİKA; s.25. Bununla beraber, Papua Yeni Gine’nin,
Kafkaslar kadar stratejik ve ekonomik önemi sözkonusu olmadığından adı pek
duyulmamaktadır.
[2] Edward N.
Lattwak, The Grand Strategy of the Soviet Union, New York, St. Martin’s
Press, 1983; s.9.
[3] Mustafa
Öztürk, “Kafkasya’nın Tarihi Coğrafyası ve Stratejik Önemi”, Sekizinci
Askeri Tarih Semineri Bildirileri I, XIX ve XX. Yüzyıllarda Türkiye ve
Kafkaslar, 24-26 Ekim 200l, Ankara, Genelkurmay Basımevi, 2003; s.10.
[4] Metin
Ayışığı, “Kurtuluş Savaşı Yıllarında Bazı Amerikan Yardım Heyetlerinin Kafkasya
Bölgesindeki Faaliyetleri Hakkında”, Sekizinci Askeri Tarih Semineri
Bildirileri I, s.502.