Otoimmün bulguları olan hastalarda LRBA, CTLA4 protein eksikliği ve STAT1 fonksiyon kazanımının klinik ve laboratuvar belirteçler kullanarak erken tanınması ve takip edilmesi


Creative Commons License

Barış S. (Yürütücü), Öğülür İ., Özen A. O., Kıykım A., Chatila T.

TÜBİTAK Projesi, 2017 - 2020

  • Proje Türü: TÜBİTAK Projesi
  • Başlama Tarihi: Temmuz 2017
  • Bitiş Tarihi: Temmuz 2020

Proje Özeti

Primer immün yetmezlikler (PİY) tekrarlayan enfeksiyon bulgusu ile karakterize kronik bir hastalık grubudur. Bu grupta yer alan hastalıkların büyük bir bölümü monogenik kalıtım özelliği gösterir ve akraba evliliğinin sık olduğu bölgelerde görülme oranı fazladır. Son yıllarda gelişen genetik sekanslama yöntemleri ile PİY içerisinde birçok yeni gen mutasyonu tanımlanmıştır. Yeni tanımlanan bu genetik bozukluklar arasında LRBA (lipopolysaccharide-responsive beige like anchor protein) ve CTLA4 (cytotoxic T lymphocyte antigen 4) genlerindeki fonksiyon kaybına yol açan mutasyonlar ve STAT1 (signal transducer and activator of transcription 1) genindeki fonksiyon kazanımı mutasyonları ile ilişkilendirilmiş immün disregulasyon sendromları bulunmaktadır. Belirtilen bu hastalıklardaki ortak özellik klinikte tekrarlayan enfeksiyonların yanı sıra otoimmünitenin fazla olmasıdır. Bu nedenle genellikle daha kötü seyir gösterirler. Bununla birlikte bu hastalıklar semptom olarak benzerlik gösterseler de altta yatan moleküler bozuklukla ilişkili olarak farklı bir şekilde tedavi edilmektedir. Hastaların erken tanı alması ve erken dönemde komplikasyonlar gelişmeden önce uygun şekilde tedavi edilmesi de son derece önemlidir. Ancak klinik başvuru yakınmalarındaki benzerlikler nedeniyle çoğu zaman kesin tanı için genetik yöntemlerine ihtiyaç duyulmaktadır. Bu nedenle tanıda gecikmeler yaşanmaktadır. Tanısal zorlukların yanı sıra, yeni tanımlanmış bu hastalıkların uzun dönem takip verileri olmadığı için çoğu zaman kanıtlanmış tedavileri bulunmamakta, bu da bu alanda çalışan hekimler için zorluk yaratmaktdır.

Ünitemizde bu hastalık grubunda yer alan olgular takip edilmekte olup, bu hastalıkların daha iyi anlaşılabilmesi için tanısal ve fonksiyonel çalışmalar yürütülmektedir. Örneğin LRBA, CTLA4, FOXP3 ve STAT1 proteinleri akım sitometri yöntemiyle tayin edilmekte ve bu hastalıklarda hücre içi interlökin (IL)-17 ve interferon (IFN)-g gibi sitokinler çalışılmaktadır. Yapmayı planladığımız bu yeni çalışmamızda temel olarak iki amacımız mevcuttur: 1) Klinik bulguları ve bir takım immün belirteçleri içeren tanı algoritması geliştirerek bahsi geçen hastalıkların erken ve güvenilir bir şekilde tanınması, 2) Uygun hastalara bir yıl boyunca verilecek tedaviyle (LRBA ve CTLA4 eksikliği için abatacept, STAT1 fonksiyon kazanımı için ise ruxolitinib) klinik bulguların ve tanı sırasında kullanılan immünolojik belirteçlerin nasıl değiştiğinin araştırılmasıdır.

Marmara Üniversitesi, Çocuk Allerji ve İmmünoloji Kliniğinde sık görülen lenfoproliferasyon, otoimmünite ve sık enfeksiyon geçirme gibi bulguları olan hastalarda yeni tanımlanmış bu immün yetmezliklerin bir takım immün belirteçlerden (foliküler hücre (TFH) yüzey boyaması, LRBA, CTLA-4, FOXP3 ve fosfo-STAT1 hücre içi boyama, Th1/Th17 hücre oranı ve soluble (s)CD25 düzeyi) oluşan tanı algoritması kullanarak tanınması sağlanacaktır. Daha sonra çalışma süresi içerisinde takip edilecek olan bu hastalara başlanacak tedavilerin (LRBA ve CTLA4 eksikliği için abatacept, STAT1 fonksiyon kazanımı için ise ruxolitinib) klinik bulgular ve bahsedilen immün belirteçler üzerindeki etkisi incelenecektir. Bunun için çalışmanın başında, 3, 8. ve 12. aylarda klinik ve laboratuvar değerlendirme yapılacaktır.  

Ülkemizde PİY’ler batı toplumlarına göre çok daha sık görülmesine rağmen bu hastalıklarla ilgilenen merkezlerin azlığı ve tanısal kısıtlılık nedeniyle hastalara çoğu zaman tanı koyulamamaktadır. Bu durumdan dolayı hasta örnekleri çoğu zaman yurt dışına gönderilmekte ve bu da tanıda gecikmelere neden olabilmektedir. Bu nedenle ülkemiz koşullarında daha basit tarama yöntemleriyle (akan hücre cihazı ve enzim-ilişkili immünosorbent testi gibi) hastalıkların tanısını koymak ve komplikasyon gelişmeden hedefe yönelik tedavilerin başlanması hedeflenmelidir. Bu bağlamada çalışmamız sırasında bakacağımız laboratuvar parametrelerinin hastalıkların tanısı erken koymada ve kullanılan ilaçların başarısı göstermede yararlı olacağını düşünmekteyiz. Ayrıca, projemizde erken tanı ve tedavinin yanında, bu hastalıkların ülkemizdeki sıklığı hakkında bilgi elde edilmesi de mümkün olabilecektir. Klinik bulguların ve tarama testlerinin birleştirerek oluşturduğumuz tanı ve tedavi algoritmasının başarısının gösterilmesi projemizin özgünlüğünü oluşturmaktadır.     

Bu konuda literatürde yapılmış her hangi bir çalışma bulunmamaktadır. Ülkemiz koşullarında, kolay tarama yöntemleriyle hastalık tanısı koymak ve bu sayede komplikasyon gelişmeden hedefe yönelik tedavi başlamak genetik tanıya göre daha akılcı bir yaklaşımdır. Bu yaklaşım hem bilimsel anlamda hastalıkların erken tanısı ve tedavisi hakkında önemli bilgiler sağlayabilecek hem de ülke ekonomisine katkıda bulunarak yurt dışı olan merkezlere bağımlılığımızı azaltabilecektir.