Psikoterapi Hizmeti Veren Psikologların Covid-19 Dönemi Sonrasında Yaşadıkları İkincil Travmatik Stres Seviyelerinin Araştırılması


Yılmaz T. (Yürütücü)

TÜBİTAK Projesi, 1002 - Hızlı Destek Programı, 2023 - 2023

  • Proje Türü: TÜBİTAK Projesi
  • Destek Programı: 1002 - Hızlı Destek Programı
  • Başlama Tarihi: Mart 2023
  • Bitiş Tarihi: Kasım 2023

Proje Özeti

 

Psikoterapi Hizmeti Veren Psikologların Covid-19 Dönemi Sonrasında Yaşadıkları İkincil Travmatik Stres Seviyelerinin Araştırılması

 

Bulaşıcı koronavirüs zatürre hastalığının tüm dünyayı etkilemesi ile Dünya Sağlık Örgütü koronavirüs pandemisini ilan edilmiş ve bu hastalıktan korunmak için bazı önlemler önermiştir. Bu önlemlerin içinde sosyal mesafeye uyma, kapanma tedbirleri, karantinaya alma, hijyen kuralları ve maske kullanımı yer almıştır (Inchausti ve ark., 2020).

 

Özellikle sağlık çalışanlarının koronavirüs pandemisinde yüksek riskli çalışma ortamları ve yoğun çalışma tempoları nedeni ile psikolojik olarak oldukça etkilenmiştir. Alanyazında sağlık çalışanlarının psikolojileri üzerine odaklanan çalışmalarda sağlık çalışanlarının psikolojik durumlarına dair çeşitli değişkenler incelenmiştir. Örneğin Orru ve arkadaşlarının (2021) İtalya’daki sağlık çalışanları ile yapılan bir çalışmasında sağlık çalışanlarında önde gelen psikolojik belirtilerin ikincil travmatik stres, duygusal yorgunluk ve depersonalizasyon/ kendine yabancılaşma olduğu ifade edilmiştir. Algılanan stres, duygusal yorgunluk ve hastaların ölümüne maruz kalmanın, ikincil travmatik stresi yordadığı bulunmuştur (Orru ve ark., 2021). İtalyan sağlık çalışanları ve acil servis çalışanları ile ikincil travmatik stresin değerlendirildiği ve kıyaslandığı bir çalışmada, koronavirüsün tedavisinde görev alan sağlık çalışanlarının acil servis çalışanlarına kıyasla daha yoğun bir stres yaşadıkları ve ikincil travmatik stres geliştirme risklerinin daha fazla olduğu ifade edilmiştir (Vagni ve ark., 2020).

 

Koronavirüs salgınında öncelikli hizmet veren sağlık çalışanlarından acil servis doktorları, yoğun bakım ünitesi doktorları ve hemşireleri ile yapılan bir çalışmada yorgunluk ve uykusuzluk gibi tıbbi şikayetler ile ikincil travmatik stres arasında anlamlı ve pozitif bir ilişki bulunmuştur (Secosan ve ark., 2020). Benzer şekilde, pandemi sürecinde İspanya’da bakımevlerinde çalışan personelin iş yerlerinde kişisel koruyucu ekipmana ulaşamama, sosyal baskı, bakım verilen kişilerin acı çekmelerine yoğun düzeyde maruz kalma ve az düzeyde süpervizör desteği alma gibi nedenlerle ikincil travmatik strese maruz kaldıkları rapor edilmiştir (Blanco-Donoso ve ark., 2020) Başka bir çalışmada da İspanya’da devlet hastanelerinde hizmet vermekte olan sağlık çalışanlarının duygusal yorgunluk ve ikincil travmatik stres düzeyleri incelenmiştir. Bulgular kişisel koruyucu ekipman eksikliğinin yüksek iş yükü ile etkileşimi sonrasında duygusal yorgunluğa yol açtığını göstermiştir. Ek olarak koruyucu ekipman eksikliği; bulaş korkusu, ölüm ve acı çekmeyle kurulan yakın temas ve yüksek iş yükü ile etkileşime girerek ikincil travmatik etkiyi yordamıştır (Moreno-Jiménez ve ark., 2021).

Ülkemizde koronavirüs hastalığı başlamış ancak hastaneye yatışlar henüz başlamamışken yapılan bir çalışmada sağlık çalışanlarının hastalığın yaygınlaşmasının ilk evrelerinde en sık yaşanan psikolojik belirtinin uyku problemleri olduğu bulgulanmıştır (Kocamer-Şahin, 2022). İlk karantina ünitelerin hastanelere kurulmasının ardından yapılan bir çalışmada sağlık çalışanlarının travma sonrası stres belirtilerini değerlendiren başka bir çalışmada ise kadın ve evli olan sağlık çalışanlarında travma belirtilerinin daha yoğun olduğu rapor edilmiştir. Uykusuzluk ve travmatik belirtilerin tanı koyma süreçlerinde çalışan sağlık çalışanlarında daha yoğun olduğu belirtilmiştir (Bulut ve ark., 2021). Yörük ve arkadaşları (2022) 1416 sağlık çalışanı ile yaptıkları çalışmada sağlık çalışanlarındaki ikincil travmatik stresin yordayıcılarını sağlık algısı, bulaş korkusu, aile üyelerine bulaştırma kaygısı, ailede koronavirüs görülmesi ve ailede koronavirüse bağlı ölümün görülmesi şeklinde sıralamıştır. Bütün bu çalışmalar her ne kadar ayrı ayrı meslekler için incelenmemiş olsa da koronavirüsün pandemisinde çalışan sağlık çalışanlarının ikincil travmatik stres belirtileri ve duygusal yorgunluk yaşadığına işaret etmektedir.

 

Koronavirüs pandemisi sağlık çalışanlarında olduğu gibi toplum genelinde de bazı psikolojik bozuklukların ortaya çıkmasına ya da artış göstermesine neden olmuştur. Örneğin, koronavirüse karşı alınan tedbirlerin obsesif kompulsif bozukluk belirtilerinin artışı ile ilişkisi olduğu tartışılmaktadır. Ellerin 20 saniye boyunca yıkanması, maske takılması ve sosyal mesafenin en az 2 metre olarak belirlenmesi gibi kurallara uymanın kompülsif bir hal aldığı düşünülmektedir (Chen ve ark., 2021). Obsesif kompulsif bozukluğu olan kişilerde kirlenme obsesyonu ve temizlik kompulsiyonu ya da kuşku obsesyonu ve kontrol kompulsiyonu olan grupların yoğun etkilendiği düşünülmektedir (Benarjee, 2020). Benzer şekilde koronavirüs bulaş korkusunun da yaygın hale gelmesinden hareketle “koronafobi” şeklinde bir terim alanyazında araştırma konusu olmuştur (Asmundson ve Taylor, 2020).  Pandeminin yarattığı belirsizliğin ve hastalığın ölümcül olmasının da genel anksiyete ve depresif duygudurum ile ilişkili olduğu belirtilmektedir (Bekaroğlu ve Yılmaz, 2020). Koronavirüs pandemisinin ölüme yol açmasına bağlı olarak kişilerde ölümle ilişkili girici düşüncelerin ortaya çıktığı görülmektedir. İnsanların tetikte hissetmeleri, kaçınma tepkilerinin korunma davranışları olarak önerilmesi ve bu nedenle uygulanması, koronavirüse yönelik olumsuz duygu ve düşüncelerin yoğun olması, bilinen dünya düzeninin değiştiğine dair algı ve geleceğe yönelik olumsuz görüşlere neden olması sebebi ile koronavirüs pandemisinin travmatik bir etkiye sahip olduğu tartışılmaktadır (Horesh ve Brown, 2020).

Pandemi döneminde artış gösteren psikolojik rahatsızlıklarda gerek kapanma dönemlerinde gerekse bulaş riskinin en aza indirilmesi gayesi ile çevrim içi (online) psikoterapilere yapılan başvurularda bir artış gözlenmiştir (Inchausti ve ark., 2020). Bu dönemde çeşitli uygulamalar ve websiteleri ile çevrim içi psikoterapi hizmeti verildiği görülmektedir. Bulaş riskini ortadan kaldırması, ulaşılabilirliği kolaylaştırması, ev gibi rahat bir ortamda psikoterapi yapılabilmesi gibi sebeplerle çevrim içi psikoterapilere yapılan başvurunun artışa geçtiği bilinmektedir (Yılmaz ve Bekaroğlu, n.d.). Geleneksel yüz yüze psikoterapilerin çevrim içi psikoterapiler şeklinde yürütülmesi gibi değişiklikler yaşandığı gibi çevrim içi başlayan ve böyle devam eden psikoterapiler de olmuştur (Yılmaz, 2021).

 

Koronavirüs pandemisi döneminde duygusal, bilişsel ve davranışsal olarak bireysel bağlamda etkilenmiş olan psikoterapistler, mesleki anlamda da yürüttükleri çalışmalarda değişimler yaşamıştır. Psikoterapi başvuru/görüşme sayılarının artması ve pandeminin olumsuz travmatik etkileri ile başvuranlarla çalışmaları gibi sebeplerle psikoterapistlerin insani yardım çalışanlarında görülen ikincil travmatik strese maruz kaldıkları düşünülmektedir (Yılmaz, 2020; Yılmaz ve Karakuş, 2019). Ancak alanyazın incelendiğinde ülkemizde psikoterapistlerin ikincil travmatik stres düzeyine odaklanmış pandemi öncesinde ve sonrasında bir çalışmaya rastlanmamıştır. Tez çalışmaları incelendiğinde ise dezavantajlı gruplarla çalışan psikologlardaki ikincil travmatik stresin, psikolojik iyi oluş ve dayanıklılık ile olan ilişkisinin değerlendirildiği bir yüksek lisans tezine rastlanmıştır. Bu çalışmanın bulgularına göre ikincil travmatik stres; psikolojik iyi oluş ve psikolojik dayanıklılık değişkenlerinin ikisi ile de negatif korelasyona sahiptir (Şahin, 2020). Bulgular, psikologlardaki psikolojik iyi oluş ve dayanıklılığın azalmasıyla, ikincil travmatik streste artış olduğuna işaret etmektedir.

İkincil travmatik stres, psikologların başkalarının travmatik yaşantılarını dinleme yolu ile travmatik yaşantılara maruz kalması sonucunda oluşabilir ve travma sonrası stres bozukluğu belirtilerine benzer belirtileri yaşamalarına yol açabilir (Figley 1995; Bride 2007; Kahil ve Palabıyıkoğlu, 2018). İkincil travmatik stres, tanınan, değer verilen ve ilişki kurulan birinin maruz kaldığı örseleyici bir durumun bilgisine sahip olmaktan ötürü oluşan duygu, biliş ve davranışlar olarak tanımlanmaktadır. İkincil maruziyette, doğrudan travmaya maruz kalan bireyin yaşadığı travma sonrası stres bozukluğu ya da akut stres bozukluğuna benzer şekilde kaçınma ya da tekrar yaşama tepkileri verilebilir ve günlük yaşam kalitesi olumsuz etkilenebilir (Kahil ve Palabıyıkoğlu, 2018).

 

Türkiye’de ikincil travmatik stres ile ilgili yapılan çalışmalar, travma alanında çalışan çeşitli meslek grupları örneklem alınarak gerçekleştirilmiştir. Örneğin, Gürdil-Birinci ve Erden (2016) çalışmasında psikolog, avukat, sosyal hizmet görevlisi ve ambulans görevlileri ile bir çalışma yürütmüş ve psikologların diğer meslek gruplarına kıyasla ikincil travmatik stres ve tükenmişlik açısından daha az risk altında olduğu sonucu elde edilmiştir. Benzer şekilde, Zara ve İçöz (2015) çalışmasında travma mağdurları ile çalışan çeşitli meslek gruplarında ikincil travmatik stres yaşama risklerini değerlendirmiştir. Bu çalışmaya göre psikologların, psikiyatristler ve diğer meslek gruplarına göre daha az travmatik stres riski taşıdığı bulgusu elde edilmiştir. Günümüze daha yakın çalışmalar incelendiğinde ise ikincil travmatik stresin mülteci yardım çalışmalarında yer alan uzmanlarda inceleyen çalışmaların derlendiği bir çalışma göze çarpmaktadır (Ebren ve ark., 2022). Sığınmacı, mülteci ve göçmenlerle çalışan uzmanların ikincil travmatik stres, temsili (üstlenilmiş) travmatik stres, girici düşünceler, kaçınma davranışları, uyku problemleri, kâbus görme, konsantrasyon problemleri ve olumsuz düşüncelerde artış gibi sorunlar rapor ettiklerini belirten araştırmacılar, bu psikolojik belirtilerin tespit edilmemesi ve sorunlara müdahale edilmemesi durumlarında bu alanlarda çalışan uzmanların sayısının azalacağını öngörmektedir (Ebren ve ark., 2022). Yazıcı ve Özdemir (2022) çalışmasında ise ülkemizdeki ruh sağlığı çalışanlarında ikincil travmatik stresin, kişisel travma tarihçesi, öz-şefkat ve duygusal zekâ ile kurduğu ilişkiyi incelenmiştir. Araştırmacılar ikincil travmatik stresin oluşumunda kişisel travma tarihçesinin önemli bir risk etmeni olduğunu belirtmiştir. Öz-şefkat ve duygusal zekanın ise ikincil travmatik stres ile negatif korelasyon kurduğunu göstermiştir (Yazıcı ve Özdemir, 2022).

 

Uluslararası alanyazında ikincil travmatik stresi inceleyen çalışmalara bakıldığında ise bir güncel çalışma dikkati çekmektedir.  Quinn ve arkadaşları (2019) klinik sosyal çalışmacılar ile yaptıkları kesitsel araştırmada ikincil travmatik stres ile ilişkili olan etmenleri incelemiştir. Bulgular, süpervizyon almanın, vaka sayısının, kişisel kaygı düzeyinin ve maaşın ikincil travmatik stres ile ilişkili olduğunu göstermiştir. Süpervizyon ilişkisini pozitif değerlendirmenin, düşük vaka sayısının, düşük kişisel kaygı düzeyinin ve yüksek maaşın, daha düşük ikincil travmatik stresle ilgili olduğuna işaret edilmiştir. Örnekleminde psikologların olduğu çalışmalar gözden geçirildiğinde ise Rzeszutek ve ark. (2015), Makadia ve ark. (2017) ve Rayner ve arkadaşlarının (2020) çalışmaları dikkati çekmektedir. Travma terapistleri örnekleminde ikincil travmatik stresin bağlanma biçimi ve sosyal destekle olan ilişkisini değerlendiren Rzeszutek ve ark. (2015), bağlanma biçimlerinden duygusal tepkiselliğin ikincil travmatik stres ile pozitif yönde ilişki kurduğunu öne sürmüştür. Bağlanma biçimlerinden duyusal hassasiyetin ve sosyal desteğin ise ikincil travmatik stres ile negatif ilişki kurduğu belirtilmiştir (Rzeszutek, 2015). Klinik psikolog olmak üzere eğitim gören 564 kişi ile ikincil travmatik stres ile ilişkili etmenlerin değerlendirildiği diğer bir çalışmada ise travmaya yüksek düzeyde maruz kalmanın ve klinik çalışmanın stres seviyesinin yüksek olmasının katılımcılardaki yüksek düzey ikincil travmatik stres seviyesi ile ilişkili olduğu; yüksek kalitede travma eğitimi almanın katılımcılarda düşük düzey ikincil travmatik stres seviyesi ile ilgili olduğu bulgulanmıştır (Makadia ve ark., 2017). Başka çalışmada ise Avustralyalı sosyal çalışmacı ve psikologlardan oluşan bir örneklemde ikincil travmatik stresin vaka yükü, empati ve kişisel travma tarihçesi değişkenleri ile kurduğu ilişki çevrim içi anketler aracılığı ile incelenmiştir (Rayner ve ark., 2020). Sonuçlara göre vaka yükü ikincil travmatik stresin yordayıcısı olamasa da kişisel travma tarihçesi ile etkileşime girdiğinde ikincil travmatik stresi yordamıştır. Düşük empati ve kişisel travma tarihçesine sahip olmanın yüksek düzeyde ikincil travmatik stresle ilgili olduğu da bulgulanmıştır (Rayner ve ark., 2020). Bu bulguları destekleyecek şekilde, Leung ve ark. (2022) sistematik derleme çalışmalarında ruh sağlığı çalışanlarının kişisel travma tarihçesi ile ikincil travmatik stres ve temsili travmatik stres seviyesi arasında net bir pozitif yönde ilişki olduğu vurgulamıştır.

Ulusal ve uluslararası çalışmalar gözden geçirildiğinde çalışmaların hepsinin koronavirüs pandemisi öncesinde yapıldığı dikkat çekmektedir. En güncel çalışmaların ise derleme ya da sistematik derleme olduğu görülmektedir. Koronavirüs pandemisi döneminde psikoterapi hizmetlerine ulaşım açısından önemli değişimleri içeren çalışmalar konusunda alanyazında bir eksiklik tespit edilmektedir. Ayrıca çalışmalara konu edilen örneklemlerde çeşitlilik mevcuttur. Örneğin, belirli gruplarla çalışan psikiyatrist, psikolog, sosyal hizmet uzmanı, gönüllü ve stajyerler gibi çeşitli ruh sağlığı çalışanları (Zara ve İçöz, 2015) ya da birbirinden çok farklı meslek grupları (avukat, paramedik vb.) ile çalışmaların gerçekleştirildiği (Gürdil-Birinci ve Erden, 2016) belirlenmiştir. Psikologları örnekleminde daha yoğun bulunduran çalışmalarda ise (Makadia ve ark., 2017; Rayner ve ark, 2020; Rzeszutek ve ark., 2015) farklı ülkelerden örnekleme yapıldığı ve çalışmaların koronavirüs pandemisi öncesinde yapıldığı görülmektedir. Bütün bunlar birlikte ele alındığında, ülkemizdeki psikoterapi hizmeti veren psikologların özellikle koronavirüs pandemisi dönemi ve sonrasında yaptıkları psikoterapi uygulamalarından ne düzeyde etkilendiklerinin değerlendirilmesine ihtiyaç duyulduğu görülmektedir.