Faizsiz bankacılığın Türkiye'deki gelişimi, uygulamaları ve finans sektöründeki yeri


Tezin Türü: Yüksek Lisans

Tezin Yürütüldüğü Kurum: Marmara Üniversitesi, İktisat Fakültesi, İktisat Bölümü, Türkiye

Tezin Onay Tarihi: 2001

Tezin Dili: Türkçe

Öğrenci: BÜLENT KARAÇAY

Danışman: UĞUR SELÇUK AKALIN

Özet:

Az gelişmiş ülkelerin kalkınma yolundaki en büyük engelleri sermaye birikiminin yetersiz olmasıdır. İslam ülkelerinden özellikle petrol gelirlerinden yoksun olanları bu sıkıntıyı daha çok yaşamaktadır. Bankalar ise batılı toplumların ekonomik kalkınmalarında önemli roller üstlenmiştir. Ancak, İslam toplumlarında halkın faize karşı duyarlı olması ve bankalar ile İslamiyet'in barışık hale getirilmesi gereğinin ortaya çıkması, özellikle 1970'li yıllarda petrol gelirinin aşırı derecede artması ve artan petrol gelirlerinden oluşan bu fonların İslam ülkelerinin kalkınmasında kullanılması amacıyla, İslam bankalarının kurulması gündeme gelmiştir. Böylece, bu ülkelerin ekonomik ve sosyal yapılarına uygun kaynak transferlerinin gerçekleşmesi ve ekonomik işbirliğinin yoğunlaştırılması amacıyla İslam bankaları ortaya çıkmıştır. Oluşturulan yeni sistemin temel özelliği faiz yerine kâr-zarar ortaklığına dayandırılmasıdır. Kaynağını İslam hukukundan alan İslam bankalarının üretimi finanse etmesi hedeflenmiştir. Bu noktadan hareketle İslam bankaları, İslam hukukundaki müdârebe (kâr/zarar ortaklığı) ve müşârekeyi (tam ortaklık) kâr ve riskin paylaşılmasına esas finansal yöntemler olarak kabul etmişlerdir. Bu bankaların kullandığı murâbaha, vadeli satış, leasing ve kiralama-satın alma yöntemleri ikinci derecede fon kullandırma şekilleridir. İslami bankaların kendilerini daha çok kabul ettirmeye başlamaları ve Mısır, Kuveyt ve Bahreyn gibi ülkelerde sektörün önde gelen bankaları arasına girmeleri, batılı toplumların ve mali kuruluşların ilgisini de bu konuya çekmiştir. Dünya genelinde büyük bankalar arasında yer alan, Citiy Bank, J.P.Morgan, Deusche Bank, ABN Ambro başta olmak üzere birçok uluslararası bankanın İslam bankacılığına bölümler açtığı görülmektedir. Tahminlere göre 1997 yılında Avrupa ve Amerika dahil 30'a yakın ülkede 100'ün üzerindeki banka ya da benzeri kuruluş İslam bankacılığı yaparak 140 milyar USD' lik bir kaynağı yönetmiştir. Türkiye'de ise bu yöndeki çalışmalar, 1980'li yıllarla birlikte dışa açılmanın bir sonucu olarak başlamıştır. Özellikle petrol zengini İslam ülkelerinden sermaye çekmeyi ve faize karşı duyarlı kesimlerin yastık altı birikimlerini ekonomiye kazandırmayı kendine hedef seçen bu girişim, 1983 yılında çıkarılan 83/7506 sayılı KHK ile dayanağına kavuşmuştur. İslam bankacılığının Türkiye uygulaması olan Özel Finans Kurumları (ÖFK), bu kurumların faaliyet esprisine uygun olan müdârebe ve müşâreke finansman yöntemlerinden ziyade murâbaha yöntemini daha çok kullanmaktadırlar. ÖFK, peşin alınan malların üzerine kâr eklenerek vadeli satılmasını öngören murabaha yöntemi ile plasmanlarının yaklaşık %80'ini karşılamaktadırlar. Bu yöntemin tercih edilmesi, kurumların kârlılığını olumsuz etkilemekte ve ekonomik krizlerde zor durumda kalmalarına neden olmaktadır. 1999 yılı sonu itibariyle sektörde 6 ÖFK faaliyet göstermektedir. 1997-1999 döneminde bankalar ve ÖFK'ndan oluşan finans sisteminden aktif büyüklüğüne göre ÖFK, %1.50 ile %1.60 arasında pay almaktadır. Aynı dönemde toplam mevduatın %2.5-%2.9'u ÖFK'nca toplanmakta, kredi kullandırımlarının ise %3.6-%5.4'ü bu kurumlarca ekonomiye kanalize edilmektedir. 1999 yılı itibariyle ÖFK'nın aktif büyüklüğ 3 milyar USD'ye yakındır. Gerek ulaşılan aktif büyüklüğü ve gerekse diğer mali oranlar ve büyüklükler yaklaşık 16 yıllık geçmişi olan ÖFK için beklentilerin oldukça gerisinde kalmıştır. Kasım-2000 ve Şubat-2001 dönemlerinde ülkemizde yaşanan ekonomik krizler şunu göstermiştir ki;-Sistemin fon kullandırma faaliyetlerini murâbaha esasına dayandırması kurumların kârlılığını olumsuz etkilediği gibi, enflasyon ortamında ve istikrarsız ekonomilerde belirsizlikleri ve riskleri de ortaya çıkarmaktadır. -Kurumların fon çekebilmek için yıllardır faizler seviyesinde kâr payı dağıtması faize duyarlı fonları da çekmelerine neden olmaktadır. Alternatif piyasalarda daha cazip şartların oluşması durumunda faize duyarlı fonların sistem dışına çıkması son derece kolaydır. Buna karşılık kaynakların yaklaşık %80'inin fon olarak kullandırılması, kurumların bu talepleri karşılama güçlerini sınırlamakta bu ise kurumlara olan güveni derinden sarsmaktadır. Kurumların mevcut çalışma koşulları ve istenen başarıya ulaşamamaları, faize duyarsız fonları da yeterince çekememelerine neden olmaktadır. Sonuç olarak, ÖFK'nın banka sistemine dahil olmayan atıl fonların ekonomiye kazandırılmasında istenen seviyede olmasa da önemli katkıları bulunmaktadır. Bu kurumların, dışarıdan da fon çekebilmeleri ve özellikle İslam ülkelerinden ülkeye sermaye getirebilmeleri daha iyi teknik ve mevzuat altyapısı ile donatılmalarıyla mümkün olacaktır. Ancak hükümetlerin bu kurumlara sempati ile bakmadıkları da bir gerçektir. ABSTRACT For the less developed and developing countries, capital accumulatin is the most important obstacle in the pace of development. Especially those islamic countries which have no oil reserves feels this problem deeply. On the other side, banks played essential role at the growth of the western countries. In 1970's, profits stemming from the rising oil prices and accumulation of capital in those oil exporting islamic contries put the agenda of founding islamic banks for the development of these countries where the muslim people traditionaly has sensitive to the western-type banking system due to their religious beliefs and biases to the interests. Thus, islamic banking emerged to ease capital flows and to develop economic cooperation in accordance with the social and economic structure of the islamic countries. The very basis of the new system, if it's appropriate to be said, is the profit/loss sharing instead of interest income. The core of this system, based on islamic law, was to finance production. From this point of the view, islamic banks have employed profit/loss sharing (müdarebe) and full partnership (müşareke) as main financial operating tools. Leasing, lease-back and forward sale (murabaha) have only secondary importance in this system. Having wide acceptance and becoming leading banks in islamic countries, particularly in Kuwait, Eygpt and Bahrain, the islamic banking system have also drawed interests of western countries and financial istitutions. Great banks and financial institutions opretaing worldwide, such as Citibank, J.P.Morgan, ABN Ambro, Deutche Bank, etc., had opened islamic banking departments. It's estimated that over the hundred banks and financial institutions in about thirty countries including those of Europe and USA had controlled and managed over the fund of $140 billion. In Turkey, islamic banking system of profit/loss sharing had become operational after the liberalization policies of 1980's. This liberalization program aimed to draw attention of islamic capital and domestic accumulated money which is out of economic activities. For this purpose, Decree No. 83/7506 issued on 16 December 1983 relating to the establishment of Special Finance Houses in Turkey. In accordance with the Banking Law No: 4389, Private Banking Institutions (PBIs) are required to comply with banking legislation applicable in Turkey within two years. PBIs, application of islamic banking in Turkey, have employed forward sale (murabaha) rather than profit/loss sharing (müdarebe) and full partnership (müşareke) as the main financial operating tool. Forward sale is to trade goods which bought in cash for a fixed term by adding profit over the prices. This kind of investing fund hold 80% of Turkish lira and foreign currency current accounts and of the profit/loss sharing accounts of the PBI system. However, this method of allocation of capital has inverse effects on PBIs' profitability and put them in a position of vulnerability in case of financial crises. As of 31st December 1999, there were six PBIs opretaing in Turkey. Between years 1997- 1999, PBIs' share in Turkey's financial system constituted 1,50-1,60 % of total assets, 2,50-2,90 % of total deposit accounts, and 3,60-5,40 % of total credits. Total assets of the PBIs' were about USD 3 billion as year end of 1999 which had been said to fall behind of the expected positions for sixteen years of operation in the financial system. The financial crises of November 2000 and February 2001 has clearly showed that; - for the allocation of collected fund, employed financial tool of forward sale is risky and less profitable in hyperinflationary and unstable economies, - for more deposits, PBIs are distributing profit at the same levels of the banks' interests. Since these funds have been sensible to the interest rates, and because PBIs are invested 80 percent of their sources to the forward sale, in case of the fund outflow, PBIs become vulnerable to the demands of depositors and liquidity requirements, and trust to the system weakens. - financing activities and service quality of the PBIs have been said less likely to take attention of the unsensitive funds to the interest rates. In short, PBIs have important role to play in the financial system even if they do not so succesful in collection of funds which is out of the banking system. If legal and technical infrastructure is going to set precisely and effectively,the system is likely to take attention of foreign, i.e. islamic, and insensitive funds to the system. However, it is a fact that goverments' antipathy to this system have been standing for years.