ÇOCUK ONKOLOJİ HASTALARIMIZDA HEPATİT B AŞILAMASININ HEPATİT B SEROPREVALANSINA ETKİSİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ


Tezin Türü: Tıpta Uzmanlık

Tezin Yürütüldüğü Kurum: Kartal Dr.Lütfi Kırdar Eğitim ve Araştırma Hastanesi , Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Kliniği, Türkiye

Tezin Onay Tarihi: 2010

Tezin Dili: Türkçe

Öğrenci: Kadriye Özdemir

Asıl Danışman (Eş Danışmanlı Tezler İçin): Engin Tutar

Özet:

Hepatit B virüs enfeksiyonu tüm dünyada yaygın bir sağlık sorunu olup,orta endemisite grubunda  olan Türkiye’de yaklaşık 4 milyon taşıyıcı bulunmaktadır.Özellikle immun sistemi baskılanmış kanser hastaları hepatit B enfeksiyonu açısından yüksek risk grubunda olup, immünizasyona rağmen yeterli antikor oluşturamamakta ve hepatit B enfeksiyonuna maruz kalmaktadır. Bu durumda kemoterapi verilmesiyle mortalite artmakta ve ölümcül komplikasyonlar gelişebilmektedir. 

            Çalışmamızda immunsuprese kanser hastalarında hepatit B aşılamasının etkinliğini belirlemek amacıyla ,mart 1995-ocak 2009 tarihleri arasında Dr.Lütfi Kırdar Kartal Eğitim ve Araştırma Hastanesi Çocuk Onkoloji Kliniği tarafından malign hastalık sebebiyle takip edilen 152 olgu retrospektif olarak değerlendirildi.

            Hastalarımızın tedavi başındaki HBsAg pozitifliği %0, HBV seroprevalansı %2.2 iken tedavi sonrasındaki kontrollerde ise bu değerler  %14.9 ile %80.4 ( aşı yapılan hastalar dahil) olarak bulundu.

          Hastalarımızın tedavi sonrasında %14.9 ‘unun hepatit B enfeksiyonu geçirmiş olduğu saptandı.Hepatit B enfeksiyonu geçiren 13 (%14.9)  hastanın  %15.3 (2/13)’ünde hastalık iyileşme ile sonuçlandı, ancak hastaların %84.7 (11/13)’sinde  kronik B hepatiti gelişti.

        Çalışmamızda 3 doz aşı sonrası oluşan serokonversiyon oranı %46 saptanmış olup, lenfomalı hastaların %37.8’i, lösemili hastaların %58,3’ü ve solid tümörlülerin %50’si seropozitifti.Lenfomalı hastalar daha düşük serokonversiyon oranı göstermekle birlikte, aradaki fark istatistiksel olarak  anlamlı bulunmadı(p=0.373).

            Dört doz aşılama sonrası ise serokonversiyon oranı %65.5 saptanmış olup, lenfomalı hastaların %62.1’i, lösemi hastalarının %66.6’sı ve solid tümörlü hastaların %68.4’ü seropozitif bulundu. Lenfomalı hastalarda 4. doz aşı sonrası seropozitivite oranının  %37.8’den %62.1’e, lösemili hastalarda %57.8’den %66.6’ya, solid tümörlü hastalarda ise %50’den %68.4’e yükseldiği görüldü. Bu durum lenfoma ve solid tümörlü hastalarda anlamlı düzeyde istatistiksel fark oluştururken ,lösemili hastalarda anlamlı düzeyde artış  saptanmadı. Yine 3. ve 4.doz aşı sonrası antikor titreleri tüm çalışma grubu itibariyle karşılaştırıldığında, 4. doz aşı sonrası antikor titresi anlamlı olarak yüksek bulundu.

            Çalışmamızda  dördüncü doz aşı sonrası AntiHBs pozitifliği %65.5 iken aşılama programı tamamlandıktan sonra 12.ayda bakılan AntiHBs pozitiflik oranının %40.2‘ye düştüğü saptandı. Lösemi grubunda anlamlı bir fark yokken solid tümörlü ve lenfoma grubunda,  anlamlı olarak antikor düzeyi düşmüştü.

            Hastalarımızın %15.7’sinde, aşılama programı tamamlanmış olduğu halde hepatit B enfeksiyonu geçirerek HbsAg pozitifliği geliştirdikleri,  %34.5’inde ise hiç aşı yanıtı alınamadığı (antikor gelişmediği) saptandı.

            Tüm bu bulgular sonucunda, immunsuprese hastalara tanı sırasında ve takiplerinde mutlaka hepatit serolojilerinin bakılmasının ve seronegatif olan hastalara 4 doz şeklinde aktif immünizasyon yapılmasının uygun olacağını düşünüyoruz. Yoğun kemoterapi döneminde aşılanan hastalara,  literatürde önerildiği gibi, aşılanma ile aynı dönemde ya da sonrasında hiperimmunglobulin uygulanmasının  hepatit B enfeksiyonu olasılığını  azaltacağı düşüncesindeyiz.